Hye su yavaşça Young jea’nın arkasından kapıyı kapatıp sırtını kapıya yasladı. İçi biraz olsun rahattı. Kurşunların ikisi de sıyırıp geçmişti. Çok değil birkaç gün sonra il sung turp gibi olacaktı. Bu düşünce endişeli yüreğini biraz rahatlatıyordu. Eli yavaşça kalbine kaydı. Son birkaç güne oranla daha hızlı ve daha güçlü atıyordu.

“Neden orada dikiliyorsun!”

Duyduğu sesle daldığı düşüncelerinden çıktığı hye su. İl sung’un ayaklanmış ve kapıda dikilir haliyle afallamıştı. Kendini kapıdan çekip hızla adama yaklaştı.

Onun ayakta değil de yatması gerekti ve bunu en başta söylediğini hatırlıyordu. Kolunu adama dolayıp “Senin aklın nerede?” diye çıkıştı. Birkaç dakika önce uyuşturucu iğne olmadığı için canı yanarak atılan dikişlerin patlama ihtimali hoşuna gitmiyordu.

İl sung kızın beline doladığı ellerine bakarak alayla ağzında bir gülümseme oluştu. Canı yanmasına rağmen hala havalı gözüküyordu. Kızın beline koyduğu eli işaret ederek “Bana sarılmak istiyorsan bahane uydurmana gerek yok.” Dedi. Bundan birkaç saat önce aynı havalı gülümsemeyi o periler için düzenlenen evde de görmüştü ama bu sefer insana hayret veriyordu.

O parlak gülümseyiş hiçbir acı lekesiyle kirlenmemişti. Kolunu adamın belinden çekerken “Sadece yardım etmek istemiştim.” Dedi. Ama bakışlarını adamın ay gibi parlayan yüzünden çekememişti. İnsanın nefesini kesen bu hafif bronz ten aklını karıştırıyordu.

Tam bir şey söyleyecekken arkasından gelen söylenmeyle susmayı tercih etti. Sora kollarını göğsünde birleşmiş öfkeyle ikisine bakıyordu. Hye su bir kez daha “ya sabır” dedi. Gıcıklıkta bir numara olan bu kızı nereden bulmuştu bu adam? İl sung ise Hye su’ya çevirdiği bakışlarını ayırmadan sora’nın söylevlerine cevap verdi.

“Hatırlıyor musun sana bir nişanlım olduğunu söylemiştim ve sende bunu önemsemediğini belirtmiştin?”

“Evet.”

“Hah işte bahsettiğim nişanlım jessica. Yurt dışından yeni döndü. Yakında da düğünümüz var bu yüzden biraz sessiz olsan ve şu lanet olası meleğini versen nasıl olur?”

Hye su şaşkınlıkla bakışlarını sora dan çekip il sung’a baktı ne demişti az önce? Nişanlı mı? Duyduğu kelimeler içinde bir yerde garip bir şeyler uyandırmaya başladığında sora öfkeyle bağırıyordu.

“Bu çırpı bacak kız mı senin nişanlın! Birde utanmadan evime nişanlını getirip…”

“şu cırtlak sesini kessen nasıl olur tatlım.” Dedi İl sung kulağını tıkayıp kızı susturmaya çalışarak. Tek gecelik ilişkilerinin bir daha evine uğramazdı ama hye su yüzünden gelmişti.

Kıza bir iki adımda yaklaşıp kollarını benle dolayarak “Beni kızdırmak istemezsin değil mi tatlım.” Dedi. Ay gibi parlayan yüzünde oluşan tehlikeli gülümseme sorayı susturmuş; üstüne dik başlı halinden eser bırakmamıştı.

Hye su hayretle kaşlarını kaldırdı. Ağzı tam bir karış açıldı. Ama gözü önünde gerçekleşen sahneye bir söz bir kelime bile ilave edemedi. Sora bir iki adım adamdan uzaklaştıktan sonra “anahtar portmantoda.” Dedi. Yüzü korkuyla gerilmişti. İl sung kızın yanağından yavaşça bir makas alıp “Benim tatlı arkadaşım beni asla kırmaz.” Dedi.

Hemen arkasından portmantoda asılı olan ceketi alıp yavaşça üzerine geçirdi. Birkaç dakika geç kalınsa ölebilecek olan adam nasıl hemen ayaklanmıştı. Hye su bir iki adımda karşısına dikilip “Ne yaptığını zannediyorsun sen! Az önceki saçmalıklarda ne oluyor?” diye dişlerinin arasında söylendi. İl sung ise derin bir nefes aldı ve kızı kendinden uzaklaştırıp “Çok konuşmada gidelim artık.” Dedi.

KAÇAK GELİNWhere stories live. Discover now