BÖLÜM 29 : ÂLEM

Start from the beginning
                                    

İkinci kere kulağa gelen hışırtıyla dudağı dişlerinden kurtuldu, kaşları çatıldı. "Peçeni tak!" dedi ve bu sefer sahiden gitti. Umut da peşinen takılıp, kayboldu.

Sonraki dakikalarda rüzgarın çıkardığı her ses tüylerimi diken diken etmeye yetti. Sanki bütün sesleri duyma yetim kuvvetlenmişti de uçan sineğin kanat sesini dahi duyuyordum. İlk ıslık sesinde sarıldım yulara. Nefesimi tuttum, ikinci sesi beklemeye başladım. Adeta rüzgar ıslık çalıyordu da bir tek Arslan'ın sesi duyulmuyordu. Ondan uzağa gitmek, kaçmak istemiyordum. Ama olur da bir gün yeniden beni bulur ümidi atımı kamçılıyordu. Yuları çekip atı dehlemeye hazırlandığım sıra ikinci ıslık sesini duydum. Sesin geldiği yöne baktığımda ıslık çala çala gelen Arslan'ı gördüm, koltuğunun altında bir insan başı sürüklüyordu.

Diğer elinde tuttuğu kırmızı, sert elmayı ısırarak ağzında parçaladı. Çalıların arasından çıkıp atın önüne geldiklerinde koltuğunun altındaki adamı savurdu. Başını kurtaran sakallı, genç adam tutukluğunu üzerinden atmak için boynunu sağa sola salladı. Kıvırcık, siyah saçları, iri bir burnu, küçük kara gözleri vardı. Aceleci davranan elleri belindeki kemere uzandı, tabancasını arıyor sanmıştım fakat Arslan elindeki çakıyı sallayarak "Bunu mu arıyorsun?" diye sorduğunda adamın yüzü düştü. Altın kabzalı çakıyla elmasını soymaya başlayan Arslan, gözlerini yaptığı işten ayırmadan söylenmeye devam etti. "Kabzasını parlatmaya bir son verip bıçağını bilemelisin. Körelmiş. Saplandığı yeri kesmek yerine deşiyordur bu." dedi ve aklına parlak bir fikir gelmiş olmalı ki gözleri açıldı. Adamın yüzüne baktı. Hızlıca üzerine yürüdüğü adam korkarak iki adım gerilediyse de Arslan çoktan adamı kollarından kavrayıp ağacın önüne getirmişti bile. Yarısı soyulmuş, yarışı yenmiş elmayı gencin başına yerleştirdi.

"Ne yapıyorsun sen?" diye bağırdı adam.

"Kızım, eyerdeki tabancayı çıkart." dedi. Ancak keskin bakışları gözlerimi bulunca bana söylediğini anlayabildim. Eyere elimi atar atmaz hissettiğim soğuk kabzayı kavradım ve altıpatları çıkardım. "Nişan al." komutuyla ona doğrulttuğum silaha ve bana şaşkınca bakmaya başladı. "Beni değil, onu!" dedi, dişlerini sıkarak.

"Ahh! Tamam." demiş ve bunu neden yaptığımı bilmeyerek adamın hayretle bizi izleyen yüzüne nişan almıştım. O an bir parça korku okudum adamın genç yüzünde ve ne yaptığımı sorgulamaya başladım. Nişan almama gerek yoktu ki, gökyüzünü hedef alsam yine adamı vurabilecek kadar tecrübesiz, beceriksiz ve bahtsızdım. Arslan "Ama ben daha önce..." sözlerimi keserek, konuşmama izin vermedi.

"Kıpırdamadan dur yoksa hatun seni vuracak. Daha önce bir kişiyi tam kalbinden vurdu. " çakıyı elinde sallamaya başladı. "Şimdi ben soracağım, sen cevaplayacaksın. "

"Aklını mı kaçırdın sen? Ne sormak istiyorsan söylemeye hazırım. Böyle bir şeye gerek yok!"

Arslan, hayal kırıklığına uğramıştı, omuzlarını düşürdü. "Bu kadar kolay mı olacaktı? " dedi, oflayarak arkasını döndü. "Tamam ! " sakalını kaşıyarak döndü "Söyle bana; bu dünya için değerin ne ? "

Küçük gözlerini kısarak gözlerime baktı adam. Benim de en az onun kadar hayretle baktığımı görünce umutsuzca tekrar Arslan'a döndü. Arslan burnundan soluyordu.

"Bunu mu soracaksın bana? Bu dünya için değerimin ne önemi var senin için?"

"Hiç! " dedi, omuzlarını silkerek. "Yüzüne biraz renk gelsin istedim. " dedi ve güldü. "Cevap ver. "

EŞKIYAWhere stories live. Discover now