BÖLÜM 29 : ÂLEM

37.7K 1.8K 473
                                    

" Yol da benzer hem uzun, hem de güzel bir masala "

Yahya Kemal Beyatlı.

Asude:

Ellerim yeni doğdu. İnce, uzun parmaklı kadın elleri. Gözlerim, davetkar kadın gözleri. Ağzım kirazı bahara küstüren dudaklar. Göğüslerim kadınlığın yemini. Ayak bileklerimde başlıyor, hürriyetin cılız sesi. Yükseldikçe çığlık çığlığa, avazı çıktığı kadar bağırıyor boşluğun ayak sesleri. Bir eksiklik var, hissediyorum.

O birleşmemizin sonrasında bedenimi suyun hafifliğine bırakarak belki de saatlerce tabiattaki yerimi ve değerimi sorguladım. Bu, beni saracak erdem duvarlarına çarpmamak için yaptığım âmâ taklidinden başka bir şey değildi ve beni arasında olduğumu bilmekten kaçtığım duvarlara çarpa çarpa cezalandırıyordu.

Arslan'ın koynunda geçirdiğim gece boyunca yalnızca onun kokusunu duydum, teninin sıcaklığı beni sarmalarken yeryüzünde olmak istediğim yerde bulunduğumu her bir zerremde hissetmiştim. Uykusuz gecenin ardından gün aydığında her şeyin sihri bozulmuştu. Ona teslim olmuştum elbette, bunu o da biliyordu. Gözlerimde bu teslimiyeti görmemiş olsaydı bana yaklaşmazdı, buna inanıyordum. İnanmak yetmez, biliyordum da. İradesinin sağlamlığını bana, kendisine, tanrıya defalarca kanıtlamıştı. Dik duruşu bana güç veriyordu, yine de engel olamıyordum ölümden sonrasını düşünmelerime. Bu yüzden bir müddet daha ıstırap çekecektim. Bir müddet daha ölümden sonrasından evvel ölümün geldiğini hatırlamayacaktım. O geceyi daimi bir sevinçle anmam uzun zaman sonra gerçekleşecekti. Gerçek ıstırabın ne olduğunu anladığımda teslimiyetimi, hayatta yaptığım tek doğrum olarak anacaktım... Şimdilik sevinçlerim buruktu.

Arslan sudan çıkmış, çıkarttığı gömleği ile göğüslerini, omuzlarını kuruluyordu. Çalılıklardan gelen sesle hareket etmeyi bıraktı, sesin geldiği yere kulak kabarttı. Bacaklarını açarak, yan yan yürüyerek gölün kıyısına yaklaştı. "Çık dışarı!" derken sesi tedirgin ve kısık çıkıyordu. Kıyıya çıktığımda elindeki gömlekle beni sarmaya başladı. Zaten tamamen çıplak değildim, üzerimde iç kıyafetlerim duruyordu. "Belki bir sincaptır, belki de bir tavşan." dedim.

Kollarını belime sararak beni havaya kaldırdı ve atın arkasına kadar taşıdı. "Değil Asude, insan sesleri duyuyorum." dedi. O eyerdeki elbisemi çıkartırken ben de gömleği kollarıma, omuzlarıma ve saçlarıma bastırarak tenimdeki suyu azaltmaya çalışıyordum. Buna izin vermeden, aceleyle başımdan geçirdi elbiseyi. Kollarımı da yenin içinden soktu, beni ayağa kaldırdı. Islak gömleğini çekiştirerek param parça etti. Her bir parçayı atın yularına kolay çözülebilecek şekilde bağladı ve beni eyere oturttu.

"Bir kere ıslık çalarsam kaç." dedi ve eyerden mavi gömleğini çıkardı. " Kaç ve gittiğin yerlere belli aralıklarla bu bez parçalarını bırak. Bir ağaç dalına, bir kayaya, bir çalılığa hiç fark etmez! Ben bulurum seni. " gömlekten kollarını geçirdi. "İki kere ıslık çalarsam bekle, hiçbir yere gitme." dedi, düğmelerini iliklemeye başladı. "Ama her halükarda o peçeni tak!" dedi ve yarısı açıkta kalan göğsüne aldırış etmeden sesin geldiği çalılıkların arasında kayboldu. Çok geçmeden tekrar geri geldi, gözlerime uzun uzun bakmaya başladı.

"Asude!" dedi, ellerini ceplerine sokup çıkartıyor, koyacak bir yer arıyordu. "Ben..." cebinden çıkan kibriti geri yerine bıraktı. "Ben..."

"Sen..?" dedim, söylemek istediği her ne ise yükünü azaltmaktı niyetim.

Gözlerini yerden kaldırdı, yüzüme gülerek baktığında alt dudağını ısırıyordu. Ben de gülmeye başladım. Karşılıklı, ben nedenini bilmeden, o ise bile bile gülüyorduk. Eli saçlarına gitti, uzayan saçlarını karıştırdı. Utanmak mıydı bu, böyle mi oluyordu Arslan'ın utanması ?

EŞKIYAWhere stories live. Discover now