Chin ho yakasına yapıştığı adamı itip adadan dışarı çıktı. Çıkarken de kapıyı sertçe çarpıp içeridekilerin sıçramasına sebep oldu. Kızı görememe ihtimali onu öldürüyordu. Ellerini yumruk yapıp olduğu yere çökerek fısıltıyla birkaç kelime dudaklarından döküldü…

“Neredesin Hye Su…”

**

Jessica gerinerek yavaşça gözlerini açıp etrafına bakındı. Etrafın tanıdıklığı ile gözlerini kırpıştırdı. Hemen ileri de duran aynalı komedin ona tanıdık geliyordu. Onun yanında ki büyük penguen pelüş tanıdık geliyordu. Hatta içinde bulunduğu yatak örtüsü bile tanıdıktı. Küçük bir kız çocuğun aitmiş gibi gözüken bu oda tıpkı Kore’deki evine benziyordu. Bu düşünce ile hızla yataktan kalkıp hemen sağ tarafına baktı. Kesinlikle bu düşüncesi doğruydu pembe tüylerle kaplı boy aynası en son gördüğü yerde duruyordu. Elini başına götürüp en son ne olduğunu düşünmeye çalıştı. Hatırladığı en iyi şey yatağından sıçrayarak uyanmasıydı. En son Amerika’da olduğuna emindi. Ama nasıl olmuşta buraya gelmişti?

Saçlarını iyice dağıtıp zihnini zorladı. Şimdi hatırlıyordu evde birileri vardı. En son yaşadığı görüntü zihnine doldu birinin belinden yakalayışını, sert göğsüne bastırışını hatırladı… Hemen sonra genzini yakıp geçerek hissettiği eter kokusunu. Vücudunun hantallığına bakılırsa ve kaslarının genleşmeye ihtiyaç duyuşuna uzun süredir uyuyordu. Bu da ancak uyku haplarıyla yâda yüksek miktarda anesteziyle olurdu. Hızla üzerinde ki pembe örtüyü itip yataktan kalktı. Bu kesinlikle bir şakaydı. Hadi uyutulduğunu kabul etsin nasıl uçağa bindirilmişti?

Bu mantıklı değildi kesinlikle. Biraz daha düşündü. Mutlaka uyanmalıydı. Amerika’dan Kore’ye kadar uyuyamazdı. Anestezinin de bir dozu, tutarı vardı. Üzerine baktı. Bu pijamalar da neyin nesiydi. En son üzerin de bulunan geceliğe ne olmuştu. Birinin onun üzerini değiştirdiğini anladığında kollarını bedenine sarıp “olamaz!” dedi. O iki sapık adamın bedenini görmüş olma olasılığı kendisini deli etmişti. Kapının açıldığını hissedip yavaşça kollarını bedeninden çekip içeri giren kişiye baktı.

Elinde tepsiyle babası karşısında duruyordu. Bu rüya olmalıydı. Ellerini başının arasına alıp” Birazdan uyanacağım…” dedi. Şuan olan hiçbir şey gerçek değildi. Ama babası içeri girip masanın üzerine bıraktığı tepsi neden gerçekten varmış gibi duruyordu. Derste duyduğu şeyi hatırladı. Bazen insanlar gördüğü rüyayı gerçekten yaşıyormuş gibi görürdü.

Jessica başında ki elleri aşağı çekip “tabi ya bu da o şekilde bir rüya…” dedi. Yoksa bunun başka bir açıklaması yoktu. Ama babası kaşlarını çatmış; endişeli bakışlarla baktığından hala emin olamıyordu. Babasına yaklaşıp parmağıyla babasına dokundu. Hayal görme ihtimalini bile sıfırlamıştı. Elini hızla aşağı indirip “bu ne boktan bir rüya böyle.” Dedi. Kendine göre olsa olsa kâbus olurdu. Babası iyice kaşlarını çatıp “Ne saçmalıyorsun sen hye su!” diye bağırınca kız bir adım geri gidip “Olamaz!” dedi.

İslam dininde ki bir inanca göre rüya da insanlar konuşuyorsa bu onun kötü bir ruh olduğu anlamına gelirdi. Annesi Müslüman olduğu için bu gibi şeylere merak salıp okumuş araştırmıştı. Babasının konuşuyor olması korkunç bir şeydi. Birkaç adım geriye gidip “Hemen uyanmalıyım bu kâbustan!” dedi. Uyandıktan sonra ilk işi bu gördüğü rüyayı suya anlatacaktı.

Annesi ne zaman kötü bir rüya görse sadece suya anlatırdı. İçinde tutmanın kötü olduğunu söyler ama başkasına anlatmakta uygun olmadığını düşündüğü için suya anlatır daha sonrada suyu toprağa dökerdi. Şimdi kendisi de öyle yapmaya karar aldığında babasının kendine yaklaşmaya başlaması üzerine büyük bir çığlık kopartıp geri geri gitmeye başladı. Kötü ruh üzerine doğru geliyordu. Adam birkaç adımda kızının kollarından yakalayıp “kendine gel hye su. Evindesin korkma…” dedi.

Kız duyduğu şeyle ağzı bir karış açık babasına baktı. Gerçekten de Kore’de miydi? Bu nasıl mümkün olabilirdi. Kollarını babasından kurtarıp “Bana ne yaptınız siz?” dedi. Bu durum da gerçekten o iğrenç iki adam bedenini görmüştü. Buda jessica’nın öfkelenmesine sebep oluyordu. Eline geçen ilk pelüş ayısını babasına öfkeyle fırlatıp “o iğren adamların benim bedeni mi nasıl görmeye cesaret edebilir! Beni nasıl evimden kaçırmaya cesaret edersin!” diye bağırmaya devam etti.

Adam kaşlarını biraz çatıp kızın öfkesine öfkelense de şuan şokta olduğu için bir şey demedi. Masanın üzerinde duran sütü işaret edip “içsen iyi olur! Bedenindeki narkozu atmanda yardımcı olur…” dedi. Jessica ağzı bir karış açılarak “Ne?” dedi. Gerçekten de uyutulmuş muydu? Hem de narkozla. Bu nasıl mümkün olurdu? Kolundaki küçük bandı fark etti jessica. Hızla bandı kaldırıp kolundaki küçük kızarıklığa baktı. Her şey doğruydu. Babası tarafından Amerika’daki evinden kaçırılmıştı.

Kendi babasına karşı bile güvende değilse nasıl insanların arasında yaşayabilirdi. Öfkeyle babasına bakıp “bunu nasıl yaparsın!” diye bağırdı. Şuan yaptığı şey ancak filmlerde olurdu. Hem hala nasıl Kore’ye getirildiği belli değildi. Adam kızın öfkeli bakışlarına karşılık “Dinlen biraz yapacak çok işin olacak sonra!” dedi ve kızın cevap vermesine izin bile vermeden arkasını dönüp odadan dışarı çıktı. Jessica sinirle saçlarını dağıtırken duyduğu kilitleme sesiyle gözleri kocaman açılmıştı. Babası kapıyı üzerine mi kilitlemişti. “Bu bir şaka!” dedi jessica. Öfkeden deliye dönmüştü. Amerika’daki jessica’nın yerini öfkeli hye su almıştı.

Hızla kapıya gidip açmaya çalıştı ama gerçekten kapı kilitliydi. Kapıya gelişine bir tekme atıp “beni buradan çıkarın!” diye bağırdı. Bu durum git gide sinirlerini bozmaya başlamıştı. Babasının kapının arkasından gelen sesiyle durdu. Ne demişti babası yapılacak çok iş mi var? Bu ne demekti? Neden bir anda eşyaları bile toplanmadan apar topar Kore’ye getirilmişti? Çok zeki olmayışına lanetler yağdırarak yatağın kenarına oturdu.

Bu çocuk gibi döşenen odaya bile sinirliydi Jessica. Amerika da kaldığı sürede zevkleri değişmiş; yumuşak başlı bir kız olmuştu. Ama Kore’ye döndüğü dakika o öfkeli asi kız oluyordu. Bu ülkeden deli gibi nefret ediyordu. Annesinin ülkesinden nefret ettiği gibi… Belki de problem ülkelerde değildi. Problem kendisinin çocuk yaşta terk edilmesiydi belki de. Her şey ihtimale dayalıydı.

Kimse Jessica’nın içinden ne geçtiğini bilemiyordu. Onun neye karşı kızgın olduğunu neden böylesine öfkeli ve asi oluşunu bilmiyordu. Bu bilmeyen kişilere çocukluk arkadaşı Chin ho bile dâhildi. Masanın üzerine bırakılan bir bardak sütü hızla kafasına dikip fondip yaptıktan sonra sert bir şekilde masaya koydu.

Öfkeden hızlı hızlı nefes alıyor göğsü hızlı hızlı kalkıp iniyordu. Gözlerinden ateş saçıyordu. Aklına gelen Chin ho ile biraz olsun sakinleşmeye çalıştı; mutlaka onu gelip alacaktı. Sadece beklemesi yeterliydi. Ortalıkta olmadığını anladığın da mutlaka babasının yakasına yapışıp kendisini bu berbat malikâneden kurtaracaktı. Sadece biraz sabretmeliydi… Birazcık sabır…

Bölüm sonu…

KAÇAK GELİNWhere stories live. Discover now