ii. saint or sinner

2.6K 231 172
                                    

BRING ME OUT
CHAPTER TWO.

❝ maybe it's that gotham city and me... we just have a bad history with freaks and dressed like clowns.

*     *    *

"Şu anda işte olmalıydım." diye söylendi Bruce, kendi kendine.

Yaşanan kazanın ertesi günü işe gitmek için hazırlanırken Alfred ona engel olmuş ve bu günü evde dinlenerek geçirmesi gerektiğini söylemişti. Her ne kadar Bruce kendisini iyi hissettiğine ve çalışması gerektiğine dair uzun bir konuşma yapmış olsa da, Alfred'i kararından döndürememişti. Sonuç olarak Bruce pes etmiş, işe gitmemişti. Ancak kahvaltı sonrası boş boş oturarak sıkılmamaya çabaladığı on beş dakikanın ardından, neden Alfred'e biraz daha ısrar etmemiş olduğunu düşünerek büyük bir pişmanlığa kapıldı.

Hava güzeldi. At binmeye gidebilirdi, ama iyi bir binici olmasına rağmen Alfred büyük bir "badire" atlattığını ve attan düşebileceğini bahane ederek bunu yapmasına kesinlikle izin vermezdi. Gazete okumak veya televizyon izlemek kafasını dağıtmasına yardımcı olabilirdi belki. Fakat dünün ardından spikerlerin diline ve manşetlere hakim olan kişinin Superman olduğunu biliyordu. Onun ne kadar harika (!) işler başardığını farklı ağızlardan tekrar tekrar dinlemeye ya da okumaya ihtiyacı yoktu. Böylece, bu şıkkı da elemek zorunda kaldı.

En sonunda bahçeye çıkıp biraz temiz hava almak istediğinde karar kıldı. Bunda bir sakınca görmüyordu. Dolabından rastgele aldığı siyah kazağını, kısa kollu siyah tişörtünün üstüne geçirdi. Merdivenlerden indiği gibi kendini dışarı attı.

Kapıdan çıkar çıkmaz soğuk sonbahar rüzgarı yüzünü okşayarak kömür karası saçlarının arasından geçmişti. Bruce ciğerlerini alabildiğince temiz havayla doldurmak için derin bir nefes çektiğinde, taze ot ve çiçek kokularıyla karışmış çam kokusu burnuna geldi.

Yürümeye başladı.

Wayne Malikanesi'nin arka tarafında kalan geniş bahçenin zamanında yemyeşil olan çimenleri şimdi sararmıştı ve nadiren kesildiği için boyları Bruce'un diz kapaklarına kadar uzanıyordu. Adım atarken ayağının altında ezilen kurumuş dal parçalarının çıtırtılarını duyabiliyordu. Rüzgârın hareketlendirdiği çalılıkların hışırtısı, kuş seslerine karışarak doğal bir senfoni sunuyordu. Belki de burayı eski ihtişamlı günlerine geri kavuşturması için bir bahçıvan tutmayı düşünmeliydi.

Üşümeye başlayan ellerini birbirine sürterek ısıtırken, çoktan bahçenin arkasındaki devasa çınar ağacının yanına varmıştı. Bakımsızlıktan birkaç dalı kırılmış ve yapraklarının çoğu dökülmüş olsa bile, yıllara meydan okuyan ağaç bütün heybeti ile karşısında duruyordu. Bruce'un ağacı süzen gözleri dallarından birine bağlanmış olan salıncağa ilişti. Babasıyla yıllar önce yapmışlardı bu salıncağı. Şimdi biraz eskimiş olsa da hâlâ sağlamdı. Üstüne oturup ulaşabileceği en yüksek hızda sallanmak gibi çılgınca bir düşünce, şimşek hızıyla aklından geçti Bruce'un— tabii bu sefer düşüp kolunu kırmayacaktı.

"Güzel salıncak." dedi bir ses arkasından. Kalın, kadifemsi ve bir o kadar da tanıdıktı.

Bruce irkilerek arkasını döndüğünde onu gördü; onu ve en berrak gökyüzü kadar mavi, en kudretli okyanuslar kadar derin gözlerini... Hayretle kaşlarını kaldırdı ve olduğu yerde kalakaldı. Ne yalan söylese, Superman ile karşılaşmayı beklemiyordu. Ancak toparlanması uzun sürmemişti.

"Burada ne işin var?" diye sordu, sert bir ses tonuyla. Kahraman olması umrunda değildi, burası özel mülktü ve izinsiz giriş yapılamazdı.

𝐁𝐑𝐈𝐍𝐆 𝐌𝐄 𝐎𝐔𝐓 ( superbat. )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin