"Üzerlerine kezzap döküp gözlerini oyalım. Sonra da tek tek tırnaklarını çekeriz cımbızla. Ama önce ağda da yapabiliriz." dedim sanki çok normal günlük konulardan birini anlatıyormuş gibi. Yatağın en kenarında oturuyordum. Hepsinin büyümüş gözleri ve Ashley'in tebrik eder bakışları beni buldu. Omuz silktim ve

"Ne? Bunlar sadece bir kısmı. Dillerini koparmak ya da kalplerine kazık batırıp kurtlara yedirmek gibi fikirlerim de var" dedim. Ashley konuya girdi. Düne göre çok daha iyi görünüyordu.

"Olabilir. Savaşta Tyler'ı bana bırakın. Bildiğim bilmediğim tüm acı verici lanetleri üzerinde uygulayacağım." dedi.

"Kızlar! Bakın yaratıcı ve sadist intikam fikirlerinizi taktir ediyorum ama savaşa kadar beklemelisiniz" diyerek araya girdi Alexandra.

"Ve ayrıca kahvaltı saati geldi. Ben açım!" dedi karnı guruldayan Lya. Hepimiz kısa bir biçimde kıkırdadık. Daha uzun olabilirdi ama acılarımız bu kadarına el vermez.

"Gidelim o zaman!"

*Ashley*

Kahvaltımı yaparken Buria'nınkilere ek olacak intikam planları düşünüyordum.

"Kızlar size bir şey söylemem gerek. Yani dün söyleyecektim ama olan olaylar yüzünden bir türlü söyleyemedim. Bir imgelem gördüm. Diğerlerinden daha farklıydı. Müdür bunun kehanet olduğunu söyledi." diye söze başlayan Cass kehaneti ve onun hakkındaki çıkarımlarını bize anlattı. Tam o sözünü bitirdiği sırada Buria her zamanki tez canlılığı ile konuya yatay giriş yaptı.

"Yani bu savaş da Ula ve Mula dağları arasında olacak?" diye sordu.

"Anlattı işte duymadın mı? Bir de vampirler çok iyi duyar diyorlar" Lya ona laf soktuğunda gülümsedim ve elimi havaya kaldırdım.

"Çak!" ellerimizden çıkan şak sesinin ardından bir şak sesi daha geldi. Ama bu seferki sakız patlamasına benziyordu.

"Sevgilisinden ayrılıp da bu kadar mutlu olanı ilk defa görüyorum." cırtlak sesin ve teminki patlayan sakızın sahibine bakmak için kafamı kaldırdım. Cara! Sıktığım dişlerimin arasından tısladım.

"Sus!" rahat bir şekilde konuşmaya devam etti.

"Ne yalan mı? Sevgilinle ayrılmışsınız. Ayy! Ağlamışsındır da sen" dedi ve ağlama hareketi yaptı. O anki sinirle beraber nasıl ayağa kalktığımı bilmiyorum ama masa yere devrildi.

"Sana sus dedim!" dedim bu defa kendimi zor tutuğum beli olan sesimle.

"Ağlamadın mı? Herkes bunu konuşuyor. Yan odadaki kızlar ağlama seslerini duymuşlar. Ühühüh!" dedi ve kahkaha atmaya başladı. İşte bu hareketi bardağı taşırıp, güçlerim zerindeki hakimiyetimi bitirmişti. Hızla elimi havaya kaldırdım. Herkes ona tokat atmamı bekliyordu ama gök yüzünde çakan şimşeği duyduklarında şok oldular. Hava elementini daha bir çok kişi görmemişti. Gök yüzünde şimşekler çakmaya devam ederken diğer elimde bir ateş topları oluşturdum. Gözüm dönmüştü o söylediklerinden sonra. Ateş toplarını ona doğru fırlattım. Onun olmadığını bildiğim bir su büyüsü toplarımı engelledi. Öfkeli bakışlarımı ateş toplarımı engelleyen kişiye çevirdim.

Mavi... Gördüğüm ilk şey mavi gözler olmuştu. Gördüğüm anda da öfkem ortadan kaybolmuştu. İçime yayılan garip huzur birkaç saniye sonra yerini sanki bu yabancıyı yıllardır tanıyormuşum hissine bıraktı. Ama daha şu an gördüğüm yabancıyı nasıl daha önceden tanıyabilirim ki? Durgunlaştım. Teminki şimşekler yaratan, ateş topları fırlatan kız benden çok uzaktı şimdi. O da durgunlaşmıştı. Aynı şeyleri o da hissediyordu demek ki. Ama nereden geliyor bu garip hisler? Neden içimdeki sesler bana hiç tanımadığım bu yabancıya güvenebileceğimi fısıldıyor? Peki neden şu anda kalbim durgunluğumun aksine, fırtınada kıyıya çarpan dalgalar kadar hızlı ve şiddetli çarpıyor? Biz garip garip birbirimize bakarken etraftakiler de sessizleşmiş bir şekilde bize bakıyordu. Onları umursamamaya karar verdiğim sırada aklımda bir isim belirdi. Theo Matthew. İyi de bu kimin ismi? Daha kendimi sorgulayamadan isim dudaklarımdan döküldü.

"Theo"

"Ashley" aynı anda ağzımızdan birbirlerimizin isimleri dökülmüştü. Yavaşça ona doğru ilerledim. O da bana doğru ilerliyordu. Adımlarımız küçük ama emindi. Aramızda yarım metre kalmışken durdum. O da durdu. Aklımı kurcalayan soruyu ona yönelttim.

"Kimsin sen?" gözlerimin içine bakarak cevapladı.

"Theo Matthew. Avander Akademisinden gelen son sınıf büyücü. Peki ya sen? Sen kimsin?"

"Ashley Pearce. Bu okulda okuyan 3.sınıf öğrencisi cadı" diye açıkladım ona. Kendimi ona neden anlatmıştım bilmiyorum sözcükler dudaklarımdan dökülüvermişti.

"Şimşekler yaratan bir cadı." dedi ve kıkırdadı. Başımı önüme eğdim. Ne? Utandım mı ben? Neden?

"Buna şahit olmanı istemezdim. Adinin teki tarafından terk edildim ve damarıma basılınca da sonuç ortada." dedim hala biraz bulutlu olan gök yüzünü göstererek.

"Güçlü bir cadısın. Çoğu cadı bırak şimşek yaratmayı yağmur bile yağdıramaz. Peki burcun ne?" diye sordu gök yüzüne baktıktan sonra. Tanımadığım ama güvendiğim yabancının tekiyle sohbet ediyordum şu an. Üstelik bütün okulun bakışları altında.

"Solis" gözleri büyüdü ve şaşkınlıkla bana baktı. İşkillenmiştim. "Sen- Seninki ne?" diye sordum. Aslında tahminlerim yok değildi.

"L-Lapidem" diye yanıtladı kekeleyerek. Benim de gözlerim büyüdü. Tahmin ettiğim şey miydi?

"Öyleyse biz.." devamını getiremedim. Benim yerime o tamamladı.

"Ruh eşiyiz" Yüce tanrım! Şimdi olacak şey miydi bu? Sevgilimden ayrıldığımın ertesi günü mü tanışacaktım ruh eşimle? Bu nasıl bir kader?

"Ş-Şey..." dedim ama ne demem gerektiğini bilmiyordum. Anlamış gibiydi.

"Bir şey söylemene gerek yok. Biliyorum bu çok garip bir durum" dedi. Kafamı salladım. Beni anlıyordu. Öyleyse onun yanında bir şeylerden çekinmeme gerek yok. Elini tuttum ve çekiştirmeye başladım.

"Benimle gel. Seni kızlarla tanıştırmalıyım." diyerek onu bizim oturduğumuz masaya doğru götürdüm. Bu hareketime şaşırdığı belliydi. Ama sonradan gülümseyerek yürümeye başladı. Zaten yürümese onu çekmem imkansız gibi bir şeydi. Masaya oturduğumuzda kızlar ve diğerleri bize şaşkınca bakıyordu.

"Bu Theo. Theo Matthew" dedim onu göstererek. Ellerimiz hala birleşikti ama bunu umursamadım.

"Merhaba." kızlarla selamlaştıktan sonra kulağıma eğildi ve "Bağırsam sorun olur mu?" diye sordu. Kafamı ona çevirdim. Baya yakın olmuştuk.

"Neden bağıracaksın ki?" diye sordum şaşkınca.

"Bunu sorun olmaz kabul ediyorum" dedi ve bizi izleyen kalabalığa döndü. "DÖNÜN LAN ÖNÜNÜZE!" kulağımın dibinde bağırması pek iyi olmamıştı ama en azından üzerimizdeki gözler çekilmişti. Meyve suyuna uzanacağım sırada gözlerim karardı ve kendimi boşluğa teslim ettim.

]tkcUp

Kehanet; Melez Prenses (Tamamlandı)Where stories live. Discover now