Oysaki, kriz beynimi uyuşturmuş olmalıydı. Çünkü bu gülümseme, bu şartlar altında olmamalıydı. İşte yine kocaman bir ironi çıkmıştı karşıma! Olması ve olmaması gereken şeyler oyuna dalmışlardı kendi aralarında...

Gözlerimi tekrar görmek için zorlayarak etrafıma baktığımda, bulanık görüş açıma bir çift göz takıldığını farketmiştim. Bir şeyler anlatmak için can çekişiyordu karşımda. Kime ait olduklarını bilmiyordum. Uzaktaydı ama yine de fazlasıysa netti. Güçlü ve yalvarır gibi bakıyordu. Bu iki ifadenin aynı şeyi nitelediğine şaşırmıştım. Şimdi kendimi kaybetmemem gerektiğini ancak bu kadar sessiz ve doğru haykırabilirdi gizliden gizliye! O gözler hariç bütün şeyler, odak noktamdan çıkmaya başlıyordu.

Kararan düşüncelerimin üzerine yakılmış, parıldayan güçlü bir meşale gibiydi sanki...

Açık renk kirpiklerin çevrelediği maviye dönük bir ela...

Kusursuzdu...

Başımın dönmesi artıyordu ama bunun gördüğüm nefes kesici ela gözlerden mi yoksa astımdan mı olduğunu kestiremiyordum şu an...

Göz kapaklarım ağırlaşmıştı iyice, birkaç saniye sonra da kapandığını hissettim. Bu zifirî karanlığın başka bir açıklamasını bulamıyordum. Dünya durmuş da onun yerine ben dönüyorum sanki şimdi. Kolum taş olduğunu düşündüğüm sert bir şeye çarmış, başımsa zeminin etkisiyle sekmiş ve sonra tekrar yerle buluşmuştu. Bunların hepsi anlık gibi görünüyor değil mi? Oysa saniyeler, kaplumbağalarla yavaşlık yarışı içerisineydi ve ben uykudan da derin, koyu bir karanlığa gömüldüğümü hissediyordum...

×××××

"Bu o lan! Kesin o oğlum bu! Bizi uğraştırmadan kendi geldi tıpış tıpış ayağımıza, bak hele şuna."

"Dur lan bi hemen havaya girme! Patron ne diyecek kim bilir. Sağı solu belli olmaz şimdi."

"Bir şeyler hissetti bu kız kesin, bak ben deyim. Kolay mı sonuçta..."

"Kapa çeneni bi duyacak şimdi! Çok uyanacak gibi de durmuyor ama. Birazdan gelir yine bakarız."

Ölmemiştim! Ama korkudan gözlerimi açamıyordum, ne olduğunu anlamamıştım ve neredeyim bilmiyordum! Benim hakkımda konuştuklarını düşündüğüm adamlara "Siz neyden bahsediyorsunuz, neyi duymamam gerekiyor benim!" diye en cırtlak ses tonumla çemkirmek için can atıyordum ama yemiyordu. Ölmediğime sevinsem mi yoksa düştüğüm duruma üzülsem mi karar verememiştim. Bildiğim tek şey, güvende olmadığımdı. Hava sıcak olmasına rağmen bulunduğum bu yerdeki kemiklerime işleyen soğuk titremene neden oluyor; korku, yakıcı soğukla iş birliği yapmış aceleci olmayan bir tavırla iliklerime işlemeye devam ediyordu. En son olanları hatırlaması için hafızamı yokladım. Ah! Astım krizi... Sonuç olaraksa, bu ne idüğü belirsiz adamlara yakalanmıştım değil mi ve kaç köşeli olduğunu kestiremediğim jetonum yeni düşmüştü.

Gelen adamların neyden bahsettiği hakkında da en ufak bir bilgi kırıntım yoktu. Ne demek bizi uğraştırmadan tıpış tıpış ayağımıza geldi? Benden mi bahsediyorlardı? Beni neden arıyor olabilirlerdi ki? Ayrıca neyi hissetmiş olabilirdim, tanımadığım insanların bilip de benim bilmediğim? Acaba farkında olmadan bir mafya işine mi bulaşmıştım, belki de birisi benden habersiz çantama uyuşturucu koymuştu ve benim onu çaldığımı düşünüyorlardı... "Ah! Kendine gel Sidal, sen masumsun hayırdır yani."

Aklımdaki soru işaretlerinin saçmalığını farkedince hâlâ kapalı olan gözlerimi devirmiştim. Büyük ihtimalle bana benzeyen birini arıyorlardı, benimse olayla uzaktan yakından bir alakam yoktu. Neden hemen kendi kendime gelin güvey oluyordum ki. Birazdan gelip bir yanlışlık olduğunu söyleyecekler ve beni özgürlüğümle baş başa bırakcaklardı değil mi?

MASKELİ BALO Where stories live. Discover now