5-boğan ışık

33 6 19
                                    

Menekşe o günden sonra tekrar uyanmadığı ve cesedi iyiden iyiye kokmaya başladığından, onu gömmek için kolları sıvamıştık.
Ben koltuk altlarından tutuyordum.
Alaz da ayaklarından.
"Ona veda edebileceğimi sanmıyorum Alaz. Gözlerimin önünde öldü."
"Fazla duygusalsın, bize uygun bir özellik değil bu."
Zihin Dansçısı olduğunu öğrendiğinden beri, fazlaca hırçındı.
Beni okumayı, tahminimce tamamen bırakmış; sadece geçmişini hatırlamaya odaklanmıştı.
"Biraz yardımcı olsan diyorum, kızı bacaklarından taşımak o kadar kolay değil."
Düşüncelerimin omzuma yerleştirdiği koruyucu kaftandan sıyrılıp Menekşe'yi kaldırmaya odaklandım.
Günleri dinlemeyip hâla ilk günkü güzelliğini koruyordu.
"Alaz, sence de bu çok garip değil mi?"
Benimle uzun süreli sohbete girmemek adına bir dakika kadar beni okudu ve cevap verdi.
"O Menekşe unuttun mu Levla? Bedeni şekil değiştirebiliyordu. En kuvvetli uzvu bedeniydi."
"Hani kalbiydi Alaz?"
"Eh, kalbi elinden alındığında; her şey fazla ani oldu. Geriye bedeni kaldığı için de, geç çürüyecek."
"Neden kokuyor?"
"Kokmuyor Levla, nereden çıkardın?"
"Bu koku ne o zaman?"
Etrafı kokladı uzun uzun.
En sonunda o iğrenç kokuyu ayırt edebildiğinde, Menekşe'ye doğru eğildi.
"Hayır, koku Menekşe'den gelmiyor."
"Onu gömdükten sonra etrafı kolaçan edelim."
Başını 'Evet' der gibi salladıktan sonra pür dikkat Menekşe'ye döndü.
Uzunca bir taşıma işleminden sonra, gömmek için de epey vakit harcadık.
Koku hâla ilk anki gibi keskindi.
"Kokunun Menekşe'den gelmediği konusunda hemfikiriz?"
Başımı salladığımda, bir ses duyuldu.
Hayır, ilacımı içmiştim.
Bir kez daha duyulan sesin, bir köpeğe ait olduğunu ayırt edebildiğimde Alaz'a döndüm.
"Alaz, duydun mu?"
"Duydum."
"İkimiz birden deli olamayacağımıza göre bu Allah'ın terk edilmiş evinde bir köpek var."
Günlerdir burada olmama rağmen, ev hakkında tek öğrendiğim şey terk edilmiş olduğuydu.
Konum hâla kafamda belirsizliğini koruyordu.
Menekşe'yi gömdüğümüz ormandan geri dönmüş, evin kapısının önünde duruyorduk.
"Sen etrafa bak, ben eve gireyim. Köpeklerden pek haz etmem Alaz."
Beni onayladığında içeri girdim.
Tahta kulübenin taban ve tavanı her adımımda sarsılırken, bu alışılmış manzaranın beni artık eskisi kadar huzursuzlandırmadığını fark ettim.
Alaz'ın tepesinden inmediği sallanan sandalyesine kuruldum ve gözlerimi kapattım.
İlacı içeli çok zaman oluyordu.
Bu yüzden duyduğum havlama, uluma, çığlık gibi seslere kulak vermemeye çalıştım.
Ta ki, yüzümde ıslak bir dil hissedene kadar.
"Ay!" Ayağa fırladığımda korkuyla geri çekildi köpek.
Patilerini kendine çekmiş, büzüşmüştü.
"Alaz! Alaz yardım et!"
Kulübenin kapısı sertçe açıldığında hızla ona koşup arkasına saklandım.
Ben köpeklerden bu kadar korkmazdım.
"Bu senin bildiğin köpeklerden değil Levla. Sen onu tanıyorsun."
"Ne?" Alaz, köpeğin yanına gidip onu sakinleştirmeye çalışırken merakla ona döndüm.
"Dalga mı geçiyorsun sen?"
"Hayır Levla, o normal bir cins değil. Avcı köpeği. Elçi'nin okumama izin verdiği kitaplarda okumuştum. İşitsel hassasiyeti olanlar için özel bir ses çıkarıyormuş, beni etkilemeyecek; seni etkileyecek. Sana bu yetenek verildiğinde, bu köpekten korkma iç güdüsü de içine yerleştirilmiş olmalı."
"Ne yapacağım Alaz?"
"Onunla iyi geçineceksin. Düşman olmayacak ve ilaçlarını düzenli kullanacaksın. Eğer sesleri duyarsan, bunu hisseder ve aleyhine kullanır."
Yutkunarak korkuyla Alaz'ın yanına eğildim.
"Bir isim koy ona. Sevgin daha gerçekçi olsun Levla."
Ona yetimhanede peşimizden ayrılmayan köpeğimizin adını koydum.
"Şira, senin adın Şira."
Alaz, yüzünde tek bir mimik oynamadan ayağa kalktı ve beni Şira'yla yalnız bıraktı.
"Merhaba Şira."
Gerçekten çok güzel bir köpekti.
Onun bir avcı olduğunu unutmamak zor olacaktı.
-
Mumu gök gürültülerinin titrettiği camın kenarına koyup koltuğa kuruldum.
Yemeğimizi yiyip, yatma zamanına erişmiştik.
Alaz, karşıma konuşlandırılmış yatağa uzanmış tavanı izliyordu.
"Menekşe... Çok güzel kızdı, bir peri kızı gibi..."
Alaz yatağında doğrulup gözlerini bana dikti.
Bu bakış, fazla rahatsız ediciydi.
"Onu aklıma sokmayı bırak tamam mı? Git Şira'yla ilgilen."
Ne olmuştu böyle?
"Neden bu kadar dengesizsin Alaz? Biz dostuz..."
"Dost değiliz tamam mı? Kimseyle dost değiliz!"
"Zihin Dansçılığı olayı kafanı karıştırdı değil mi?"
Yüzündeki sinir bin parçaya bölünüp mum alevine karışırken gözlerini süzdüm.
Çok karışık bir düğümü çözmeye çalışır gibiydi.
Ve rubik kübü çözüyor gibi uzun süreli bir düşünce seline kapıldı kaldı.
Transtan çıktığında, belli ki diyecek çok şeyi vardı.
"Levla. Elçiden haber geldi. Bir yeniyi daha almaya gideceğiz."
Koltukta doğrulup işaret parmağımı ona doğru salladım.
"Yo, olmaz. Bir ölüm gördüm ikincisini kaldıramam."
Ayağa kalktı ve bana yaklaştı, tüm duygu kırıntıları gitmiş gibiydi.
"Geleceksin Levla, tek şans."
Karşısına dikildim.
"Neredesin Alaz? Yine ne kapladı gözbebeklerini?"
Umursamazca kolumdan tuttu ve kapıya sürükledi beni.
Uykuya ihtiyacım vardı.
Fakat uyku bile istek kategorisine giriyordu.
Kapıdan çıkmadan önce, bedenimdeki tesirinin yakında biteceğini bildiğim ilacımla göz göze geldim.
Sanırım, bir gecelik seslerin gelmesine izin verebilir ve Menekşe'yi unutabilirdim.
-
"Galip'in gözleri kapalı ve beyni bu mekanizmaya bağlı. Kabloları koparırsak beyni gidebilir. Çok da mühim değil esasında. Gücü beyninde değil zaten."
Köle, artık ona Alaz diyemeyeceğim haline geri dönüp yeni kurban Galip'in özelliklerini sıraladı.
"Yani? Onun yeteneği ne?"
"Duvarlardan geçebiliyor. Ama bunu kontrol edemediği için beynini bağlamışlar. Bilmiyorlar ki onu kontrol eden yan, beyin değil."
"Nasıl yani?"
"Biz, Öte dilinde onlara Geçici diyoruz. Bazen tamamiyle geçemeyip takılı da kalabiliyorlar ama, çoğunlukla Geçici dememizin sebebi; sadece duvar değil, her şeyden geçebilmeleri. Ama işte onlar zaten bunu beyinleriyle kontrol edebilselerdi işler çığırından çıkmazdı."
"Nasıl yapıyorlar peki?"
Yirmili yaşlarda gözüken Galip'i, kafasındaki kabloları umursamadan ters çevirdi.
Üstü çıplak olduğundan ensesinin altında parlayan koca mavi organı görmemek imkansızdı.
Teni, mavi organın bulunduğu yerde saydam olduğu için rahatça izlenebilen oldukça ürkütücü bir toptu bu.
"Neden böyle? Derisi saydam?"
"Şöyle ki, Geçiciler suyu sevmezler. Çünkü sudan geçemezler. Zaten bu yüzden onlara Hidrofob diyen bilim insanları da vardır. Genelde suda doğumda dünyaya gelirler, eğer doğduklarında suya düşmemişlerse tabii... Suya dayanıksız olan ense derileri, suyu seven tek organları; fileyi suyla temas ettirmek için saydamlaşır ve incelir. Hayat boyu da öyle kalır."
Ben hayretle onu izlerken o Galip'e baktı.
"Bilmediğin çok şey var Levla."
Ansiklopedi gibi konuşması beni heyecanlandırıyor, ilgimi çekiyordu.
"O zaman her şey fileyle sağlanıyor, mavi topla..?"
"Aynen öyle."
O Galip'in başındaki kabloları çıkarırken etrafı kolaçan ediyordum ki başıma sert bir ağrı girdi.
Köle tam kabloyu çektiğinde.
"Yardım et Levla! Yardım et... Geçiciler sana güveniyor..."
Tıslama gibi sesler, çığlıklar, yardım nidaları kulağımı doldururken yere çöktüm.
Artık o kadar çok ses vardı ki, sanki dünyadaki tüm sesleri duyuyordum...
Hiçbirini anlayamıyorken, içlerinden bir ses barizce hepsini birden susturdu.
'Sakın deneme Levla!'
Neyi denemeyecektim?
Ah, denemezdim...
Görüşüm bulanıklaşıyor, kulaklarım iyiden iyiye uğulduyordu.
Bedenimin havalandığını hissettim.
Hayır, yine beni kimse tutmuyordu.
Hey Allah'ım!
Yine mi uçuyordum?
Sesler tamamen kesilirken kendimi derin karanlığa teslim etme vakti gelmişti.
-
Bir apartmandan düştüğüm rüyasını görmem, uyanmama yetmişti.
"Sonunda uyanabildin Levla." dedi Köle başucumda otururken.
"Ne oldu bana?"
"Vallahi çok işime yaradın. Galip'i sen taşıdın. Gerçi seni buraya kadar getirmem kolay olmadı ama."
"Yalancı! Işınlanabiliyoruz!"
Evet. Işınlanabiliyorduk.
Bu da Öte'nin bizi elinden kaçırmamak için evin konumunu saklama yöntemlerinden biriydi.
"Olsun, şu kapıdan içeri girebilmen için Şira'nın tasmasını boynuna geçirmek zorunda kaldım."
Boynumu yokladığımda tasma hâla oradaydı.
"Ne oldu ki?"
"Eh, biraz uçuyordun Levla. İnmemeye öyle niyetli bir bedenin vardı ki, daha yukarı çıkma diye Galip'i üzerine koydum. Onu bile taşıdın! Ama buraya gelince seni içeri sokarken ancak tasmayla çekebildim."
"Ne zaman uçmayı bıraktım peki?"
"Az önce, uyanırken."
Allah Allah?
Bu gerçekten garipti.
Yutkundum.
"Ne düşüneceğimi şaşırdım."
"Düşünme o zaman, etraf hâla kötü kokuyor. Şira'yı yıkamak gerek."
"Aklımı Şira'yla mı dağıtacağım?"
"Daha iyi bir fikrin var mı?"
Başımı önüme eğdim.
Yoktu.
Ormana gittiğimizde de peşimizden gelmiş olduğunu çok sonra anladığımız pis ama tatlı köpek Şira'yı yıkamak için evden çıktım.
Bulduğumuz bir ipi boynuna bağladığımız Şira acınası bir ifadeyle beni süzüyordu.
Sert yağmur darbeleri sırtımı delerken tekrar aynı çığlıklar bastı kafamın içini.
Başımı etrafa vurmak istiyordum.
Sertçe kapıyı ittirip içeri girdim tekrar.
İlacı almak için odanın ortasına doğru yürürken Alaz'ın ayakta ve hareketsiz durduğunu gördüm.
Çığlıklar olduğum yerde artarken odanın ortasını o tanıdık beyaz ışık hüzmesi kapladı.
Bu kez olduğum yerde takılıp kalmamıştım.
Hareket edebiliyor fakat yürüyemeyecek kadar zorlanıyordum.
Zor bela Elçi'nin ışığına doğru bir adım attığımda hayretle bakakaldım.
Çığlıklar hâla buradaydı, ışık esir almamıştı bedenimi.
Fakat en önemlisi Elçi buraya uğramıyordu bile.
Sadece ışık ve Öte'ye doğru yükselen ruh.

Kafesle! #Eniyikitapwatty2016Where stories live. Discover now