2-yanlış olan

59 9 29
                                    

Odanın içi serin bir esintiyle dolduğunda yaralarıma kadar titredim.
Yaralarım, göz kapaklarım; artık acısını hissedemeyeceğim kadar ayrıydı benden.
Uzun süredir öylece oturuyordum burada.
Tüm vücudu kara örtülerle kaplı, uzun boylu bir silüet soğukla birlikte odayı turlamaya başladı.
Zihnimde sert bir darbe hissettim.
Hayır, başımda değil.
Beynimi hissedebiliyordum.
Kafamın içindeki sulu ve bilgi dolu organı hissedebiliyordum ve oldukça ağır bir darbe yemiştim.
Birkaç saniye daha aynı acı devam ettiğinde iki elin beynimi kavramış olduğunu fark ettim.
Sanki beynimdeki sıvı, açık göz kapaklarımdan sızacaktı.
"Yapma! Yapma!"
İrisim, kan dolu kırmızı göz kapaklarıma doğru yürümeye başladı.
Yürümüyordu belki evet, ama biraz sonra beynimi görebilecek gibi hissediyordum.
Birkaç dakika sonra her yanımı karanlık sardı.
Uğultular eşliğinde bedenime çarpan, çığlık çığlığa oradan oraya uçan gece parçaları bedenimi delip geçiyordu.
Ama işin garip yanı, acımıyordu.
Artık acı yoktu.
Kandırmaca bir sihirli alemde sıkışmıştım.
Bir süre sonra her yan aydınlandı.
Bedenime çarpan gece parçaları, bülbül gibi şakımaya başladılar.
Bir düzene girdiler.
Ve artık gece değil, yıldızlardı.
Beni gıdıklıyor, dokundukları yerlere ışık saçıyorlardı.
Kemiklerimde gezebiliyor, saçlarımı okşayabiliyorlardı.
Aralarındaki en büyük ışık hüzmesi saçlarımdan akar gibi önüme düştü ve ayaklandı.
Oldukça güzel bir huriydi.
"Merhaba Levla, ben Elçi."
Gerçekten...
Çok güzeldi.
Işıl ışıl...
O adamın Elçi'yi tekrar görme isteğini şimdi anlayabiliyordum.
"Merhaba Elçi, neden buradayım? Geri dönmek zorunda mıyım?"
"Ah... Zorundasın Levla'm. Benim küçük yavrularım, dokunacak başka bedenler de ararlar." Gülümseyerek yıldız parçalarını işaret.
Yıldız parçalarımı...
Onları vermek istemiyordum.
"Gitmeyeyim..."
"Gözlerin..." dedi Elçi, "Gözlerin öyle güzel ki Öte'nin güzelliğini bile gölgeliyor. Bize biraz güzellik verir misin Levla?"
"Ne istersen veririm Elçi! Yeter ki burada kalmama izin ver."
"Olabilir Levla'm. Öte seni severse, iyi bir dost olursan; buraya tekrar gelebilirsin."
"Şimdi..." dedim, büyülenmiştim. "Ne istiyorsun benden Elçi?"
"Gözlerini..." dedi, "Gözlerinin büyüsünü. Öte'nin Gözleri olmanı."
"Büyük bir zevkle." dedim.
O anda gözlerimin önünde öyle bir parıltı oluştu ki...
Kırpmadım bile onları.
Öylece, o parıltının sonunun ne olacağını merak ettim...
"Sana bir şey vereceğiz..." dedi Elçi'nin boğuklaşmış sesi.
Artık eskisi kadar güzel değildi.
Bir şarkı gibi hissettirmiyordu.
"Ne vereceksiniz?"
"Ne verdiğimizi buradan gittiğinde öğreneceksin..."
Ses, sona doğru iyice azaldı ve koca parıltıyla birlikte kayboldu.
Ne yıldızlar kalmıştı, ne Elçi.
Yalnızdım.
Uçsuz bucaksız bir karanlık vardı ve üşüyordum.
"Görüşürüz Levla, sadakatin için teşekkürler küçüğüm..."
Karanlık iyice yaklaştığında duman duman, geri çekilmeye çalıştım.
Fakat ayaklarım o görünmez iplerle bağlıydı.
Çığlık atmak istedim,ses tellerimi kullanmayı hatırlamıyordum.
En sonunda tüm o duman başıma kadar bedenimi kapladığında bilincimi kaybettim.
-
"Levla, artık uyanmalısın. Bir yeniyi almaya gideceğiz."
İstemsizce ellerimi gözlerime götürdüm ve ovuşturdum.
Fakat yaralarımı tamamiyle unutmuştum.
Acıyla irkildiğimde gözlerim aralandı.
Ne ara o berbat kafesten kurtulmuştum?
Hani görünmez ve acı olan...
"Sen... Neyden bahsediyorsun?"
Elimden tuttu ve ayağa kalkmama yardım etti.
Tam o sırada kulaklarımın içinde, ince bir ses yankılandı.
Kısaydı, fakat sert.
Normale döndüğümde bitti sandım.
Oysa sadece başlangıçtı.
Bir çocuk sesi olduğunu anladığım ince ses, bu kez daha yüksek ve belirgin bir kelimede bağırdı.
"Hayır! Kurtar beni!"
"Ne oluyor? Neredesin?"
Geceydi.
Her yer karanlık.
Etrafımı göremiyordum.
"Neredesin? Yardım edebilirim!"
O kölenin sesini duyduğumda çocuk gitti.
Göremediğim çocuk, sesini de aldı ve gitti.
Belki de bitti.
Belki yitti.
"Ne oluyor Levla? O ses kimindi?"
"B-bilmiyorum... Sen de mi duydun?"
"Sen duydun Levla. Senden duydum. İçinden..."
"Ne?"
Sesin gitmesi normale dönmeme yardımcı olmuştu.
Hala aklımın bir kenarı onu çözmeye çalışırken kölenin söylediklerine kulak verdim.
"Seni duyabiliyorum, içini hissedebiliyorum. Bu... Bir çeşit empati. Bunu bana Elçi verdi."
"Elçi mi?"
"Fazla hatırlamıyorum, tek bildiğim Elçi'yle alakalı olduğu..."
"Senden ne aldı?"
"Benden bir şey almadı, almaz. O çok sadıktır. Seni üzecek bir şey yapmaz..."
"Yaptı! Sen hatırlamıyorsun... Ben geceleri görebiliyordum. Artık fazla karanlık."
"Her insan gibi. İnsanlar geceleri göremez Levla."
"Nasıl göremez? Bunca yıldır görüyordum işte ben!"
"Sen Gece Güzeli'sin Levla. Seni bu yüzden seçti."
"B-bu yüzden gözlerimin güzel olduğunu söylemişti..."
"Sen nasıl hatırlayabiliyorsun Levla?"
"Sen hatırlamıyordun değil mi? O halde neden oraya tekrar gitmek istiyorsun?"
"İç güdü... Oraya karşı bir özlem duyuyorum, bazen bana sesleniyor. Ondan kopamam ki..."
"Sen, onu duyabilir misin?"
Cevabımı alacağım sırada üzerime ruhlar uçmaya başladı.
Belki sadece sesleri.
Ama tüm çığlıkları!
Beynim patlayacak gibiydi.
Sesler beynimdeki duvarlara, parmaklıklara çarpıyordu.
"Yardım et Levla!"
"Ah!"
"Yardım et...."
"Kurtar bizi!"
Hepsi birer çocuğa aitti.
Yere düştüğünü hissettim bedenimin.
"Duymak istemiyorum! Duymak istemiyorum! Adımı söylemeyin! Tanımak istemiyorum!"
Köle kollarımdan tuttuğunda gözlerimi ona diktim.
"Neden o sesleri duyuyoruz Levla?"
"Sen de mi duyuyor-Ah!"
Başımı tekrar eğip dişlerimi sıktığımda dudaklarım kanamaya başlıyor.
Metalik tat dilimi ıslattığında, sesler de yavaş yavaş kayboluyor.
"Levla... Seni duymaktan kendimi alamıyorum."
Başımın ağrısı geçtiğinde gözlerimi ona dikiyorum.
"Nasıl yani?"
"Bilmiyorum.. Beni buna zorlayan bir şey var. Sanki bana bir şey anlatmak istiyor."
"Beni mi?"
"Yanlış olan bir şeyi. Çok yanlış olan..."

Kafesle! #Eniyikitapwatty2016Where stories live. Discover now