2.Bölüm: Biskrem

156K 6K 778
                                    

Merhaba, ben Aleyna Alp. Okumakta olduğunuz kitabın yazarıyım. Eğer bu kitabımı sevdiyseniz sizi diğerlerini de okumaya davet ediyorum :)

İyi okumalar dilerim 💕

2. Bölüm: Biskrem

Sabah uyandığımda dikkatimi çeken tek şey, kendi kendine titreyen telefonum olmuştu. Yorgun argın yatakta doğrulup, ağzım yırtılırcasına esnedim. Kemiklerim birbirine girmişti sanki? Yoksa bu şiddette ki bel ağrısının tek sebebi 'deli' gibi yatıyor oluşum olamazdı.

Yani olmamalıydı.

Ellerimi son kez bedenimde gezdirip, ısrarla çalan telefonu avuçladım. Kim olduğuna dikkat etmeksizin yeşil şeridi kaydırıp, karşımda ki kişinin varlığını kontrol ettim.

"He buyur evladım?" Biraz fazla yayvan konuşuyor olmam sahiden umurumda değildi. Sabahın köründe arayan her kim ise, bu konuşmaya mahsur kalmak zorundaydı.

Ne derler bilirsiniz, ne ekersen onu biçersin.

Karşı taraftan cevap gelecek mi, gelmeyecek mi diye beklerken hala belimle oynuyordum. Gece sutyenle yatıp, sabah özgürce kalkmak sahiden güzeldi. Tabii bir de belim ağrımasaydı daha güzel olacaktı.

"Buyururum sana evladım! Zeynep, daha yeni mi uyandın?!" Cevap veremeyecek kadar yorgun hissettiğim için sadece kafamı salladım. Ardından, -karşıda ki her kim ise- hala cevap beklediğini fark ettiğimde, jeton düştü. Daha kiminle konuştuğumu bile bilmeden hesap veriyordum!

"Kimsiniz acaba?" Sesimde ki ciddiyet, kesinlikle yüzümde ki ifade ile tezattı. Konuşmayı öylesine geçiştiriyordum ki, bunu fark etmemek için salak olmak gerekirdi.

"Patronun, desem."

"Bir biskrem versem." Kelimeler benden izinsiz bir araya geldiğinde, ne dediğimin farkında olmayı istedim. Sahiden, ne saçma bir olaydı bu?

"Sen bir giyin, yarım saat içinde yanımda ol ben senden alacağım o biskremi!" Kafamı salladım. Sanki beynim, bu sarsıntıyı bekliyormuş gibi bir anda kendine geldiğinde, söylediklerimden pişman olmaya başlamıştım bile! Dün şans eseri kovulmaktan kurtulduğum işimden, bugün sahiden atılacaktım!

Sorun şuydu ki, yeni bir iş bulamamıştım. İçimi kaplayan kötü duygularla eteklerim tutuşmaya başladı. Her ne kadar pislikler pisliği, hayvanlar hayvanı, kalpsizler kalpsizi de olsa patronuma duymam gereken bir saygı vardı.

Geç de olsa fark etmiş olmam güzeldi. Sırf bu yüzden, hemencecik yalakalık moduna geçiş yaptım;

"Ah, pardon Güney Bey. Özür dilerim. Yeni kalktığımda tam olarak kafamı toparlayamıyorum. Daha doğrusu ne dediğimi farkında olmuyorum, malum uyku sersemiyim ve kimse sizin gibi beni sabahın köründe aramıyor. Kusuruma bakmayın." Her ne kadar kendime hâkim olmak istesem de alttan alttan laf sokmak rahatlatmıştı. Bir anda kulaklarıma dolan sert kahkahası, yüzümü buruşturmama sebep oldu. Sinir olduğum insanlar en ufak mutluluk belirtisi gösterdiğinde, kendimi beddua etmek zorundaymışım gibi hissediyordum.

İşte bu da benim, kural tanımaz, asi ruhumun en büyük nişanesiydi.

"Fark etmemek mümkün değil. Her neyse, yarım saat içinde evimde ol!" Askere gitmeden asker hayatı yaşadığıma inanamıyordum! Daha ilk günden eski günlerimi özlememe sebep olan bu adam, dayaklıktı. Eğer günün birinde onu dövebilecek kadar gücüm olursam, benden kaçışı yoktu. Dünden beridir her saniye içimde daha da kabaran sinirime hâkim olmalıydım. O da, lanet olasıca beyninin farkına varıp, arada sırada da olsa çalıştırmalıydı.
Daha adresini bilmediğim evine gitmemi istiyordu benden. Hani, bilmediklerimde yardımcı olacaktı?

ÇILGIN ASİSTANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin