Ayrıca karşısında olan kişi gerçekten çok yakışıklı bir adamdı. Siyah gür saçları ve deniz mavisi gözleri, kaslı vücudu onu daha da yakışıklı yapıyordu. Dük tekrar aynı soruyu sorunca hemen cevap vermek zorunda kaldı :

- Emma Smith, majesteleri.

- Demek Emma, çok güzel bir ismin var. Keşke ismin kadar güzel olsaydın , dedi yüksek sesle kahkaha atarak.

Emma gerçekten çok bozulmuştu. Evet,herkes ona çirkin diyordu ama her duyduğunda daha çok üzülüyordu. O da çirkin olmak istemezdi. Kim çirkin olmak isterdi ki ?

- Emma, bana kendi hayatından bahset, dedi Dük McCarthy.

- Bir önemi var mı majesteleri ? Benim hayatımın, nazarınızda bir ehemmiyeti olduğunu düşünmüyorum. Beni neden çağırdığınızı da anlamış değilim henüz, dedi Emma.

Ah, Emma ne yapmıştı? Karşısında bir soylu, en önemlisi de bir Dük vardı. Hiç düşünmeden birden bire aklındakilerini dile getirmişti.

James böyle bir cevap beklemiyordu. O bir Düktü ve kimsenin ona karşı gelmemesi gerekirdi. Dediği anda istediği olmalıydı ama bu ucube kız, onun istediği gibi cevap vermemişti. Sorgulamadan dediğini yapmalı, herkes ona itaat etmeliydi! Gururu incinmiş, hiddetlenmişti.

- Evet, önemi var! Bir daha asla bana karşı gelmeyeceksin. Ben Düküm ve istediğim olur! dedi James hışımla.

Emma böyle insanlardan nefret ediyordu. Burnu havada, kibirli, insanlara tepeden bakan. Tüm zenginlerin ortak özelliğiydi adeta bu özellikler. Soylu olabilirdi ama her istediğini yapma özgürlüğünü vermezdi bu ona diye düşündü.

- Anlatmazsam ne olur majesteleri!? diye sordu Emma aynı şekilde hışım içinde.

Evet, belki soylu olabilirdi ama hiç kimseye böyle davranamazdı. Ne yani? Belki biraz daha güzel olsaydı ona karşı daha mı iyi davranılacaktı? Ne saçma şeylerdi bunlar. Güzel olanlar her zaman daha iyi ilgi görüyorladı ve Emma artık bundan bıkmıştı.

- Anlatmazsan ne mi olur? Herkes dediğim şey olmadığında neler olduğunu görmeleri, ibret almaları için meydanda kelleni alırım, dedi Dük.

Emma duyduklarının karşısında bir an affalandı. Gerçekten ne diyeceğini bilemiyordu. Sırf hayatını anlatmadı diye canının alınması da ne demekti? Neden bu kadar ısrar ediyordu ki? Hiçbir özelliği yoktu. Sıradan bir köylüydü. Nedenini sormadan edemedi Emma. Evet, belki sormaması gerekiyordu fakat nedenini gerçekten merak ediyordu.

- Neden hayatımı anlatmam konusunda bu kadar ısrar ediyorsunuz Dük Hazretleri? diye sordu Emma.

James de neden bu kadar ısrar ettiğini bilmiyordu. Gerçekten kimsenin hayatı onu ilgilendirmiyordu ama bu kız onun ilgisini çekmişti. İstiyordu... Hayatını öğrenmek istiyordu.

- Çünkü, çünkü ben öyle istiyorum da ondan! dedi James.

Emma bir an duraksadı kaşlarını çatarak ama sonra konuşmaya başladı :

- Benim adım Emma Smith, on sekiz yaşındayım . Ailemin tek çocuğuyum. Annem ben on beş yaşındayken hummaya yakalandı ve kısa bir süre sonra öldü. Babam da o zaman ağır ağır hummanın belirtilerini göstermeye başlamıştı. Annemin ölümü onun için son nokta oldu. Yaşadığı büyük üzüntü hastalığını gittikçe arttırdı ve annemin ölümünden dört ay sonra babam da vefat etti. Ailem öldükten sonra tek başıma evimizde yaşamaya devam ettim. Bildiğim kadarıyla bir akrabam yok. Ayrıca çirkinliğim yüzünden herkes benden nefret eder ve alay etmekten büyük haz duyarlar. Bu yüzden gerekmedikçe dışarıya çıkmam. Eğer zorunda kalırsam yüzüme her zaman bunlardan bir tanesini takardım, dedi Emma elinde tuttuğu peçeyi göstererek. Derin bir nefes aldıktan sonra sonra konuşmasına devam etti. Onun dışında değişik bir hayatım yok. Üzücü ve zor bir hayat, dedi Emma. Anlatırken ağlıyordu, çünkü düşündükçe hayatından ve kendinden daha çok nefret ediyor ve üzüntü duyuyordu.

KALBİMDEKİ LEKE #Wattys2017Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin