"Çılgın Asistan Başlangıç."

Start from the beginning
                                    

Evet, kendime özel bir odam bile vardı!

Bu da beni mutlu eden unsurlardan biriydi sadece. Bulunduğum ortamı seviyordum. Sessiz ve sakindi. Kimse kimsenin etlisine sütlüsüne karışmak bir yana, olanlara tepki bile vermiyordu. Gayet huzur vericiydi.

Saniyeler önce oturduğum sandalyede keyif çatmayı bırakıp; bilgisayarımı açtım. Yapmam gereken iş sayısı neredeyse boyumu geçmişti ama sorun değildi. Çünkü boyum kısaydı.

Dilime dolanan şarkıyı mırıldanıyorken, az önce söylediğim; 'Sessiz, sakin' kuralına aykırı olarak, tüm dikkatimi dağıtacak bir haykırış duyuldu;
"Nasıl olur da kişisel asistanım bana haber vermeden işten çıkar?" İşte bu sesin sahibini tanıyordum.

Lanet sarışın Güney Ziya'ydı.

Sinan Bey'in oğlu, holdingin tek sahibiydi kendisi. Burada çalışmakla Sinan Bey'in banka hesabına büyük bir katkıda bulunduğu hiç tartışmasız sayılan gerçeklerdendi.

Hande Hanım'la aralarında geçen konuşmayı dinledim birazcık. Muhtemelen o, çok sevdiği asistanının işten kovulmasına üzülmüştü. Bu yaptığına ne kadar üzülmek denirse tabii. Şu an etrafa yaydığı tek duygu sinirdi!
Neden bu kadar yaygara çıkardığını anlamak biraz uğraş istedi. Çünkü kişisel asistanlık, oldukça zordu. Hiçbir sebep olmaksızın istifa etmiş bile olsa ona hak verirdim. Sahi, bunu Güney Bey nasıl anlayabilirdi ki? Asla birine hizmet edip, ondan gelecek olan emirleri beklemeyecekti.

Yapmayı bildiği tek şey; "Tüm gün benim peşimde gezip, dediklerimi not edeceksin!'' demekti.
Bana göre, istedikleri tam bir fiyaskodan ibaretti.

"Asistanlık hariç her şeyi yapıyordu! Onu kovmayıp, kimi kovacaktım ki Güney?" Bir anda herkesi aydınlatan Hande Hanım, ne kadar kabul etmek istemesem de doğru noktaya parmak basmıştı. Eski asistanı öylesine patavatsızdı ki, terbiye kelimesinin anlamını bildiğinden bile şüpheliydim. Her gece Güney'le aynı eve gidermiş. Orada türlü türlü şeyler yaşadıklarını söyleyip, şeytan gibi kahkahalar atarmış.

Söylediklerimin doğruluğunu sorguluyordum, çünkü direkt olarak ondan dinlemişliğim yoktu. Diğer kızlara anlatırdı, onlar da diğerlerine derken en sessiz kısım olan benim kulağıma kadar gelirdi dedikodu.

Eğer söylentiler gerçekse - ki bu çok büyük bir edepsizlik- tam bir terbiyesizdi.
Aslına bakarsanız dedikoduların yalan olduğunu düşünmüyordum.

Neden mi?

Çünkü Güney ve o Canan pisliği defalarca kez yan odamda uygunsuz şekilde yakalanmıştı.
Madem özel bir şeyler yaşayacaksınız, o zaman bunu sadece kendi aranızda tutmaya ne dersiniz?

Kendi kendime "Tu destur," çekip, kafamı masada duran kâğıtlara çevirdim. İçlerinden rastgele seçim yapacakken, odanın kapısı aniden açıldı. İçimden bir ses kötü şeylerin olacağının işaretini vermeye başladığındaysa yaptığım tek şey dua okumaktı.

Âmin yaptığım ellerimi yüzümde gezdirip, hızlıca ayağı kalktım. Gelen kişi; Hande Hanımdan başkası değildi.
"Buyurun Hande Hanım. Ne istemiştiniz?" Topuklu ayakkabılarının canına okurcasına yanıma gelip kolumdan tuttu.

O an içimden bir ses avaz avaz şunları bağırdı; "Ahanda kovuluyorum!"
Anında itiraz cümlelerini düşünmeye başlamıştım.

Örneğin; ''Gerçekten sizin anneniz olduğunu bilmiyordum. Bilseydim hayatta yapmazdım Hande Hanım. Ben sizin annenizi görmesem de saygı duymak sorunda olduğumu biliyorum.'' Gibi...

Ancak bunları söylemek yerine, ufak bir soru sordum;
"Neler oluyor Hande Hanım?" Kendi içimde vereceği cevap hakkında girdiğim ikilemlerin hepsini çöpe atıp, sessiz kalmayı. En kötü ihtimalle azarlanmayı bekliyordum. Tepkisiz kalması korkumu arttırmıştı.

ÇILGIN ASİSTANWhere stories live. Discover now