Gülüşlerimiz birbirine karışınca ne kadar keyifli olduğumu fark ettim. Bugün gerçekten çok güzel bir gündü.

Mahinur Teyze, hemen kalkıp çay koymaya gitti. İlk başta peşinden gitmediysem de çayı demlemek üzere ikinci kez gidişinde ona eşlik ettim ve çayı birlikte demledikten sonra çaydanlığı sobanın üzerine getirme işini üstlendim. Mahinur Teyze getirdiğim kurabiyeleri tabağa çıkardı, çay bardaklarını da tepsiye koydu. "Hadi bunları da içeri götürüver madem" deyince artık içimde yabancı olduğuma dair hiçbir his kalmamıştı.

Camekanlı vitrine özenle dizilmiş cam bardak, tabak ve porselen bibloların arasındaki birkaç fotoğraf ilgimi çekiyordu. En sonunda dayanamayıp kalktım ve fotoğrafları yakından görmek için vitrine gittim.

Fotoğraflardaki küçük esmer çocuk Serkan'dı. Yüzü neredeyse hiç değişmemiş, aynı hınzırlık ve pırıl pırıl gözlerle gülümsüyordu. Fotoğraflardan birinde Serkan sünnet kıyafeti içinde kendisi gibi esmer bir adamın omuzlarında oturuyor, sırtındaki pelerin adamın da omuzlarından dökülüyordu.

"Oğlum Murat." dedi Mahinur Teyze ben sormadan. "Serkan'ınım babası"

Mahinur Teyze'ye baktığımda yüzündeki hüznü görmemek imkansızdı.

"Burada kaç yaşında Serkan?" diye sordum çekinerek. Serkan'ın adını söylediğimde kekeleyeceğimi sanmıştım. Neyseki hiçbir sorun çıkmadı.

"Dört." dedi Mahinur Teyze. Ben onu izlerken yerinden kalktı, sobanın üzerindeki çaydanlığı aldı, bardakları doldurup çaydanlığı yeniden sıcak sobanın üzerine bıraktı. "Anası gideli iki yıl olduydu. Döner belki diye bekledik sünnet için ama gelmedi. Köye anasının yanına gittiydi, evlenmiş orda yeniden. Kaç şekerli içersin çayını, kızım?"

"Bir." dedim sessizce. Dört yaşındaki Serkan'ın gülüşü tüm süt dişlerini ortaya çıkarmıştı. Babasının omzunda dünyanın sahibi bir çocuk gibi mutluydu. "Oğlunu aramadı mı?"

"Oğlum koymazdı aramasını. Hele de başka herifle evlendikten sonra. Murat'ım inatçıydı rahmetli... Kıskançtı. Kıza soluk aldırmazdı. Çocuklu gelindi ama kapı dışarı salmazdı. E kız da anasının evine kaçtı. Haklıydı. N'apsın? Evden çıkma, camdan bakma, komşuya gitme, onla görüşme... Kadın kısmını da o kadar sıkmaya gelmez ki. Hep söyledim, etme böyle dedim ama inatçıydı... Dinlemezdi."

Mahinur Teyze çayını karıştırırken sustu. Gelip yanına oturdum, ben de sessizce kendi çayımı karıştırdım. Mahinur Teyze çayından bir yudum alıp konuşmaya devam etti:

"Murat'ıma motosikletle giderken araba çarptı. Bayılırdı motosiklete. E şimdi de oğlu bisiklet tepesinden inmiyo! Kızıyom ama dinleyen mi var! Babası kılıklı! Bir inatçı ki sorma... Laf da söylenmez hiç."

"Babası vefat ettiğinde kaç yaşındaydı?"

"On iki. Küçüktü daha."

"Annesi ondan sonra da mı aramadı?"

"Yok. Aramadı. Büyütmedi ki oğlunu... Isınamadı. Bir ana evladına ısınamaz mı hiç? Nerde görülmüş! Ama ısınamadı işte. Hiç aramadı. Oğlan büyüdü, koca delikanlı oldu, ne o anasını arar... Ne anası onu..."

Sustum. Tabaktaki kakaolu kurabiyeyi daha Mahinur Teyze tabağa çıkarır çıkarmaz gözüme kestirmiştim ama şu an içimden hiçbir şey yemek gelmiyordu. Midemde koca bir kaya var gibi hissediyordum. Zorla bir yudum çay içtim. Tadı nefisti.

"Serkan'ımı ben büyüttüm. Ana özlemini babaanne dindirebilir mi? Dindiremez. Ama öfkeli anasına karşı, deli oğlan. Aramadı, sormadı, bırakıp gitti diye çok öfkeli. Bahsedemem yanında hiç. Adını bile duymak istemez."

Mahinur Teyze, çay bardağını tuttuğu elini dikkatimi çekmek ister gibi bana doğru uzattı, "Anasının adını da söylesem inanmazsın" dedi sessizce. Gözlerimi dikkatle açarak ona doğru eğildim.

"İnci." dedi.

"Evet?" dedim merakla.

"Sana demiyorum deli kız, Serkan'ımın anasından bahsediyorum. Anasının adı da İnci. Adaşsınız."

Yerimde doğrulup Mahinur Teyze'nin kırışıklarla dolu suratına baktım. Serkan'ın bisikletinin gidonunda rüzgarda deli gibi sallanan inci gözlerimin önüne geldi.

"Onun da mı adı İnci?" diye tekrarladım robotik bir şekilde. Mahinur Teyze halimden keyif almış gibi güldü.

"Öyle ya! Eveli gün yolda karşılaştığımızda annen söyledi ya... Ben de senin gibi bir tuhaf oldum. Tesadüf ki ne tesadüf!"

Yaşlı kadın gülmeye devam ederken, içimde bir şeylerin kırıldığını hissediyordum. İçime yerleşen şey ciddi bir hayal kırıklığıydı. Bisikletteki incinin sebebini kendim olarak görmüştüm... Oysa şimdi annesini de simgeliyor olabileceği beni resmen sarsmıştı. Peki, nasıl oluyordu da o inci tanesinin beni simgelediği hissine bu kadar sağlam bağlanmıştım? Nasıl bir kendini beğenmişlik, nasıl bir kibirdi bu? Kendimi ne sanmıştım! Tepside duran çayıma uzanıp hepsini birkaç yudumda içtim. Mahinur Teyze'ye zahmet olmaması için sobanın üzerindeki çaydanlıktan bir bardak çay doldurup yerime oturdum.

"Serkan'ın çalıştığı kafeye gitmiştim." dedim. "O zaman bisikletinin gidonunda bir inci tanesi asılı olduğunu gördüm."

"Gidon neymiş ki kızım?" diye lafımı böldü Mahinur Teyze.

"Bisikletin direksiyonu" diye açıklayarak devam ettim: "Annesini özlüyor olmalı..."

"Bahsettiydi seni gördüğünden." dedi dediğimi duymazdan gelerek. "Arkadaşınla gitmişsin."

"Anlattı mı?"

"Anlattı ya. Çocuğumun benden başka kimsesi yok ki? Kime anlatacak başka! Sonra geçen de görmüş de 'konuşmak istemiyorum' demişsin." dedi. Yaşlı kadının yüzünde kırılgan bir ifade vardı. "Üzülmüş biraz. Geldi yarım ağız anlattı ama... Bilemedim. Annenin yanında gördüğümde soracaktım 'Bizim oğlan bir hadsizlik mi etti' diye ama annenin yanında zor durumda bırakırım diye sesim çıkmadı."

"Yok," dedim atılarak "hadsizlik etmedi. Ben sadece o gün kendimi iyi hissetmiyordum. O yüzden... O yüzden öyle dedim. Umarım kırmamışımdır."

Mahinur Teyze boş bardağını bana uzattı. Gülümseyerek kalkıp ona çay koydum. Bu hareketi beni sevindirmişti. Aklıma yeniden 'samimiyet' kelimesi geldi. Küçük detaylardan bile babaannesine bahseden Serkan'a da bu evdeki samimiyet dokunmuş olmalıydı.

"Serkan hisli çocuktur İnci kızım" dedi Mahinur Teyze. "Ben bisikletini, direksiyonunu bilmem. Amma oraya taktığı inci anasıyla mı ilgili..." durup bana kısa bir bakış attı "...başka biriyle mi onu da bilmem. Ama benim deli oğlana bugün buraya geldiğini söylediğimde yüzünde güller açacağını bilirim."

Yüzüm kızarırken, tabaktaki kakaolu kuru pastaya uzandım. Böylece Mahinur Teyze'nin yüzündeki imalı gülüşü görmeyecektim. Ben elimdeki kurabiyeyi yerken, Mahinur Teyze de gülerek başka bir tanesine uzandı. Ağzımıza yayılan şekerli tat bakışlarımızdan yansıyordu. İçimde sadece bu eve özgü olabileceğini düşündüğüm huzur, tıpkı sobanın sıcağı gibi içime işlerken o sabah geç uyandığım için kendime minnet duyduğumu düşünüyordum... Kakaolu kurabiye, enfes çay, Mahinur Teyze ve bu evin huzuru...

Bugün gerçektençok güzel bir gündü.

Hanımeli KokusuWhere stories live. Discover now