Bölüm 13

3.9K 283 8
                                    


Son zil çalınca, Mahinur Teyze'yi ziyarete gitmek üzere okuldan çıktım. Ne okuldan çıkarken ne de otobüse binerken Yalçın'ı gördüm. Bu durum beni rahatsız etmek yerine kısmen iyi hissettirdi. Bunu deli gibi istesem de onunla konuşmaya devam edersem her şeyin daha kötü olacağını hissediyordum. Onun hayatı zaten paramparçaydı ve bir de ben bu karmaşanın ortasında rol almak istemiyordum.

Otobüsten iki durak önce indim. Burada, önünde her zaman küçük bir köpeğin beklediği çiçekçi vardı. Kapının önündeki kovaların içine konmuş rengarenk çiçek buketlerine bakınca içim pır pır etti. Bir an önce Mahinur Teyze'yi bulup ondan af dilemek istiyordum. Çiçekçinin cam kapısını açınca çalan zili duydum. Dükkanın arka kapısından saçları omuzlarına dökülmüş sarışın bir kadın çıktı. "Hoşgeldiniz" dedi.

"Teşekkür ederim," dedim "ben bir buket çiçek alacaktım."

"Aklında istediğin bir çiçek var mı?" diye sordu çiçekçi kadın. Yüzü de tıpkı çiçekleri gibi mutluluk saçıyordu. Böyle bir yerde çalışan insanın mutsuz olamayacağını düşündüm. İnsanlar genelde mutluyken geliyorlardı çiçekçilere... Sevdiklerini sevindirmek için. Her yer mis gibi kokarken mutsuz olamazdı insan. O an çiçekçilik dünyanın en güzel mesleği gibi göründü gözüme.

"Aslında aklımda hiçbir şey yok" dedim geniş geniş gülümseyerek. Tanrım! Çiçekçilerde gerçekten bir büyü olmalıydı!

"Pekala, o zaman kime alacaksın çiçekleri?"

"Aslına bakarsanız ilk kez tanışacağız. Kazayla incinmesine neden olduğum bir teyzeyi ziyaret edeceğim."

Kadının anaç gülümsemesi kendimi iyi hissetmemi sağladı: "Ne kadar ince bir davranış." dedi yumuşacık bir sesle. Çantamdan cüzdanımı çıkarmaya çalışırken utançtan kızaran yüzümü gizliyordum.

"O zaman sana güzel ve abartılı olmayan bir demet yapalım" deyip hevesle renkli çiçeklerden seçmeye başladı. İşi bittiğinde elinde çok sevimli bir demet çiçek tutuyordu. Buketi alıp ücretini ödedim, dükkana girdiğimden beri yüzümde olan gülümsemeyle teşekkür edip oradan ayrıldım.

Otobüse bindiğim durağa gelene kadar elimdeki çiçekle birlikte yaklaşık yarım saat yürüdüm. Hava soğuktu ama hiç hissetmiyordum. Aklımda sürekli ne konuşacağım, nasıl özür dileyeceğim vardı.

Cebimdeki kağıt parçasını çıkardım, üzerindeki biçimsiz el yazısını okudum:

"Mahinur Teyze

Zincirlikuyu durağının yanından gir

Sağdaki ilk sokaktan düz devam et

Çıkmaz sokaktaki ev

Önünde mavi Serçe var"

Çorbacının dediği gibi sabahları otobüse bindiğim Zincirlikuyu durağının hemen yanından aşağı uzanan yokuştan girip, sağdan devam ettim. Artık hurdaya dönmüş gibi görünen mavi araba hemen birkaç adım önümdeydi. Arabaya yaklaştım, arkasında uzanan çıkmaz sokağa baktım. Duvarları pek yüksek olmayan müstakil ev yorgunca yola bakıyordu. Sokağa bakan tek penceresinin kenarındaki sıvalar döküldüğünden olacak, evin yaralı olduğunu düşündüm. Çevresine toplanmış kalabalığın ortasında oturmuş acı dolu gözlerle yüzüme bakan yaşlı kadın gözümde canlandı. İçim sızladı.

Arabanın çevresinden dolaşıp çıkmaz sokağa girdim. Pek dar değildi. Sokağa ilerleyen duvarlar boyunca büyük beyaz plastik boya kutularına dikilmiş bitkiler vardı. Hepsi kurumuş, neredeyse ölü görünüyordu. Bunun sebebi kış olmalıydı. Bahar ve yaz aylarında hepsinin çiçek açtığını düşündüm. Elimdeki bukete bakıp derin bir nefes aldım. Yola çıktığımda buraya gelip özür dilemek gözüme oldukça kolay görünmüştü ama şu an böyle hissetmiyordum. Sıvası dökülmüş duvardaki pencere oldukça alçaktı. Evin içi biraz aydınlık olsa, eski moda tülün takılı olduğu pencereden içeriyi rahatlıkla görebilirdim. Tıpkı tahta çerçeveli pencere gibi mavi renkli olan demir kapının iki yanında yükselen üzeri açık duvarlar, kapının bir bahçeye açıldığını düşündürdü bana.

Kapının hemen yanında, duvarda eğreti duran tek düğmeli zile bastım. Ses gelmedi. Bir kere de daha denedim şansımı: Sessizlik. Demir kapıyı ürkekçe tıklattım. Cevap gelmeyince, boyası atmış yuvarlak kapı tokmağını çevirdim. Açıldığını belirten hafif tıkırtıyı duyduğumda dizlerim titredi. Kapıyı araladım ve içeriye girdim.

Düşündüğüm gibi küçük bir bahçeye açıldı kapı. Burası dağınık ve bakımsızdı. Bahçeye bakan iki pencerenin ortasında evin iç kapısı duruyordu. Önünde iki çift terlik: plastik bahçe terlikleriydi bunlar. Kapının yanında çıplak tahta bir sedir vardı. Sanırım yaz geldiğinde üzerine minder koyuyorlardı. Sedirin hemen altından burunları görünen bir çift ayakkabısı çarptı gözüme. Çorbacı, Mahinur Teyze'nin torunu ile birlikte yaşadığını söylemişti. Bahçeyi korkak adımlarla geçip iç kapının önünde durdum. Derin bir nefes alıp iki kez tıkladım.

Kapı açıldı. İşte karşımdaydı. Başının iki yanından çelimsizce uzanan beyaz saçları ve yorgun yüzüyle bana bakıyordu. "Buyur kızım" dedi. Bir elimdeki çiçeğe, bir de bana bakıyordu. Beni tanımadığı o kadar belliydi ki ne diyeceğimi şaşırdım. Kısa bir an kendimi hatırlatmak istemediğimi düşündüm... Annemin bana telkin veren sesi içimde yankılandı: "Seninle gurur duyuyorum İnci."

"Merhaba" dedim.

"Merhaba" diye karşılık verdi teyze. Sanırım bir çırpıda söylemezsem asla söyleyemezdim:

"Ben dün sabah size çarpmıştım. Düşmenize neden oldum. O an çok korktuğum için bir şey diyemedim ama çok üzgünüm! Okula yetişmek için otobüse koşuyordum. Bilerek olmadı. Lütfen affedin! Bunlar sizin için!"

Elimdeki buketi kurulmuş gibi robotik bir hareketle uzatınca Mahinur Teyze'nin gözleri açıldı. Kısa bir an durup sessizlik içinde birbirimize baktık...

"Ah yavrum" dedi sonra titrek bir sesle. "Sağ olasın. Ne gerek vardı." Uzanıp elimdeki çiçeği aldı. Hayranlıkla baktı. Sonra da uzun uzun kokladı. Gözlerinin içi mutlulukla ışıldıyordu; dünkü acı dolu bakışın yerini bu ifadenin almasına izin verdim büyük bir rahatlamayla.

"İçeri gelir misin kızım? Bir çay ikram edeyim sana?"

Hevesle cevap verecektim ki bahçenin kapısı büyük bir gürültüyle açıldı. Bisikletini bahçenin kapısına dayayan bir çocuk "Babaanne şapkamı verir misin içeriden?" diye seslendi. Kafasını bisikletten kaldırıp beni görünce durdu; elinde çiçek buketi ile kapıda duran kadına baktı, kadın birkaç saniyeliğine kapıdan yok oldu; geri döndüğünde elinde kırmızı bir şapka tutuyordu. Çocuk yanıma gelip babaannesinin elindeki şapkayı aldı, kafasına geçirdi. Bir açıklama bekler gibi bir bana bir de babaannesine bakıyordu.

Bense o anın boşluğunda oradan oraya savruluyordum...

Hanımeli KokusuWhere stories live. Discover now