4-İlk Dalga

75 8 3
                                    


''Anlam kadar insanın hayatını zehir eden bir kavram yoktur'' der Oğuz Atay. Anlamaya başladıkça yudumladığım zehir ise onay mühürleri vuruyordu her bir kelimeye.

Gözlerimi araladığımda uyku süresince sadece karanlık bulduğuma minnettardım. Yaşadığım şeyler zaten kabustu bir de bunu hakiki kabuslarla desteklemek istemiyordum. Neyse ki zihnim benden yana oldu. Oyunsuz bir uyku sundu..

Gerçek dünyada zaman gece yarısını oldukça geçmişti. Sabah olmak üzereydi. Gecenin varlığından korkar olmuştum. Sınırlarını kestiremiyordum çünkü. Karanlık, karanlıktı işte. Nereye kadardı bilmiyordum. İnsan bilmediğinden korkarmış ya..

Yatakta doğrulup odaya dolan loş ışığa baktım. Elis yanımda yatıyordu. Hiç sahip olmadığım kardeşimdi sanki.. Böyle derin bir şefkatle bakmamın nedeni buydu. Üzerindeki örtü sırtını açıkta bırakıyordu. Onu düzelttim. Sonra odayı izlemeye geri döndüm. Saçlarımı yüzümden çekip geriye doğru attırdığımda baş ucumuzda duran ufak masanın üzerinde bir şey parıldadı. Loş ışıkla bir gözümü aldığında döndüm. Bu Aras'ın elinde salladığı kutuydu. İçinde kolye olan o kutu. Açıp açmadıklarını merak ederken uzandım kutuya. Üzerindeki işlemeler paslanmış ayna parçalarıyla süslenmişti. Eski olduğu her halinden belliydi. Parmaklarımı kutunun üzerinde gezdirirken şahit olmuş olabileceği hayatları düşündüm. Kim bilir kimler dokundu bu kutuya. Kimlerin aydınlığıyla gözleri kamaştı. Yada kimlerin karanlığında boğuldu bu tarihi kutu.

Ağırlaşan yaşanmışlıkla kaldırdım kutunun kapağını. Geçmişin kokusu yayıldı önce odaya. Gözümü kamaştıran bir taş belirdi sonra. Kolyeye dikkatle bakarken aslında gerçek bir taş olmadığını parlaklığı yüzünden öyle gözüktüğünü anladım. Elime aldığımda hissettiğim sonsuz derinlik anlatılamayacak kadar ağırdı. Ruhum karanlığın dibine vuracak gibi oldu. Sonra aniden gökyüzünü yarıp bulutlara yükseldi. Başımı döndüren bu yoğunluk yüzünden derin nefesler aldım.

Kolyeyi uzunca inceledim. Pentagram şeklinde metale benzeyen bir madenden yapılmış. Metal olmadığına eminim. Ama hangi maden olduğu hakkında bir fikrim yok. Ve kolyenin değişken halleri bu fikre ulaşmamı gerçekten engelliyordu. İlk taşa benzettiğim kolye metale dönmüştü. Şimdi yeniden değişiyordu sanki. Üzerinde durmadım. Yeni bir bünyeye yeni bir ruha alışıyordu. Tabi ki zaman alacaktı..

Bir süre sonra parmaklarımı üzerinde dolaştırdığımda ufak bir yanma hissettim. Titreyerek elimden düşüreceğim an sıkıca kavradım. Isınıyor gibiydi. Ve parlıyordu.. Evet giderek artan parlaklığı nefes alış verişlerime ve kalbimin atışına etki ediyordu. Kolyenin bir yanında yani pentagramın ilk aralığında bir delik oluştu. Parlayan metalimsi madde kendini eriterek bir yuva yaptı. Turuncu renge döndü bir süre sonra parlayan ışık. Ve turuncunun son noktasını aldığında bir kara deliğe çekilircesine söndü.

Nabzım olağandan hızlıydı. Güneş doğmuştu. Sabahın ilk ışıkları odaya dolarken öylece kolyeye bakıyordum. Yanımda bir hareketlilik oldu. Elis güçlükle kalkarken mırıldandı

-Kayla?

Gözlerimi kolyeden ayırıp ona döndüm. Elis yüzüne bastırdığı elleriyle derin bir nefes aldı. Ve

-Saat kaç?

diye mırıldandı. Bir an gözlerim saat aradı. Normal yaşama dair bir belirdi. Sonrasında

-Bilmiyorum.. Sabah olalı çok olmadı.

dedim boğuk sesimle. Elis toparlanarak önümdeki kutuya ve kolyeye baktı. Kolyeyi eline alıp bir süre inceledi. Ben o zaman

KAYIP VADİWhere stories live. Discover now