I

1.9K 94 49
                                    

Oh,you can't hear me cry


See my dreams all die


From where you're standing


On your own.


It's so quiet here


And I feel so cold


This house no longer


Feels like home.

"Üzgünüm John. O artık yok..."


John oturduğu koltukluğun koluna tutundu. Aklı almıyordu. Bu... Olamazdı.

"Hayır... O yapabilir. Bir mucize yaratabilir." Beklentiyle yaşça büyük adama baktı.

Mycroft tekrarladı. "Üzgünüm..."

*-*-*-*-*

Böyle olmamalıydı. Bu şekilde bitmesi yanlıştı. John montuna iyice sarılıp Londra'nın soğuk sokaklarında yürüyordu. Her şeyin rüya olmasını diledi. Bütün her şey kâbus olsaydı ve uyandığında o hala yanında olsaydı...

Telefonuna gelen mesaj sesiyle irkildi. Bu his tanıdıktı. Yutkunarak telefonu cebinden çıkarttı, mesajı açtığında psikoloğunun randevu gününü haber verdiğini gördü. Sıkıntıyla bir nefes verdikten sonra ufak otel odasına döndü. Yolla peşini bırakmayan anılar onu rahatsız etmeye devam ettiler. Bir zamanlar bu sokaklarda onunla birlikte koşuyorlardı. Şimdi ise koskoca kaldırımda tek başınaydı. Her şey sona ermişti. Fakat bunun mutlu son olduğu söylenemezdi.

*-*-*-*-*

Her yer toz olmuştu. Sherlock Holmes'in sevdiği gibi. Her yerde onun son dokunuşlarının izleri mevcuttu. Koltukta oturarak bıraktığı iz. Duvarda çizdiği gülen yüz ve kurşun delikleri. Mutfakta çürümeye yüz tutmuş bir kavanoz dolusu göz. En son içtiği çaydan arta kalan bardak... Sanki her yerdeydi, evin her yerinde. Biraz önce ahşap kapıdan çıkıp gitmiş ve birazdan dönecek gibi. Sherlock'un uzanmayı sevdiği ikili koltuğa oturdu. Yerdeki atkı gözüne ilişti, çok zahmete gerek kalmadan atkıyı yerden aldı. Sherlock'un vazgeçilmezlerinden biri daha... Dört duvar normalde olduğundan daha fazla kasvetli gibiydi. Artık buraya ev nasıl derdi ki? Burası çok... Soğuktu. Elleriyle yüzünü ovuşturdu.

Baker sokağı 221B'ye o gittikten sonra ilk defa geliyordu. Psikoloğu artık vedalaşması gerektiğini söylemişti. Sanki bunu yapacak gücü varmış gibi. John ilk defa kendini güçten düşmüş hissediyordu. Bu ev canını yakıyordu. Burnuna yaklaştırdığı atkıyı kokladı. Hala o kokuyordu. Ya da onun kokusunu çok özlediği için beyni ona oyunlar oynuyordu. Elinde atkıyla odaları gezmek için koltuktan kalktı. Sherlock'un odasının önüne geldiğinde duraksadı. 'Yapabilirsin John.' Gözlerini yakan göz yaşlarını umursamadan kapıyı açtı. Yüzüne vuran buram buram koku sarsılmasına sebep oldu. İçeriye adım atamadı. Olduğu yere, kapının eşiğine çöküp ağlamaya başladı. O gitmişti o artık yoktu...

"Bir mucize sadece bir mucize daha Sherlock... Yalvarırım."

*-*-*

Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler; ağzına dolar insanın. Sussan acıtır, konuşsan kanatır...


John, eğer kelimeler yüreğinden dökülebilseydi konuşurdu. Hem de hiç durmadan... Siyah mermer üzerine beyaz harflerle kazılmış yazıya odaklandı. Bu doğru olamazdı... Bir yalandan ibaretti her şey. İnandığı tüm doğrular parmaklarının arasından yere dökülmüştü. İnançlarını tutamamıştı. Tüm olanları telafi etmek için çok geçti. Her şey için çok geçti.

"Gittiğine inanamıyorum." Yutkundu. Kesik kesik aldığı nefes ciğerlerini yakıyordu.

Cephede de ölen arkadaşları olmuştu. Fakat hiçbiri böyle hissettirmemişti. Parmaklarını soğuk mermerin yüzeyinde gezdirdi. Filmin başrolü ölmüştü ve John ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Bu şekilde hayatına nasıl devam edebilirdi ki? Bu onun gibi güçlü bir adam için bile çok zordu.

Yeniden savaşta gibiydi. Ölümle yaşam arasında bocalayıp duruyordu. Hayata tutunmak için kendinde sebepler arıyor fakat elinden hiçbir şey gelmiyordu. Hayat artık bom boş bir defter gibiydi... Bu boşluk onu öldürüyordu.

"Bunu bana neden yaptın!" Sinirleri iyice gerilmişti. Uykusuzluğun hüküm sürdüğü günlerinde elinden gelen tek şey geçmişini düşünmekti. Bloğundaki yazdığı tüm davaları tekrar tekrar okudu. Artık her şey sona ermişti, başka dava olmayacaktı. Bu onun son davasıydı.

Kaç saattir mezarlıkta olduğu bilmiyordu. Zaman lanet sayılardan ibaretti, artık bu sayıların peşinden koşmuyordu. Hayat onu bir yerlere sürüklüyordu.

"Buraya... Sherlock lütfen çok uzadı artık... Lanet olsun! Her zamanki gibi bir oyun olsun lütfen... Bu... Geri dön, muhteşem hareketlerinden birini yap! Lanet olsun bir mucize daha sadece bir mucize daha istiyorum senden." Ağladığının farkına varmadı zaten ağlaması bir şeyi değiştirmiyordu da. Gökyüzü sanki John'un acısına ortak oluyordu. Yüzünden aşağıya kayan su damlaları biraz da olsa onu rahatlattı.

"Lütfen Sher... Sadece bir mucize daha..." Mezar taşının önüne çöktüğünde avucundaki çiçek demetini düşürdü... Anıları bir bir gözlerinin önünden geçmeye başladı.


Kanlar içinde yatan bir beden...


Atmayan nabzı.


İnsanlar.


Kalabalık.


Kan.


Tutamamıştı onu. O bir doktordu ve arkadaşını kurtaramamıştı. Elinden bir şeyin gelmeyeceğini biliyordu fakat yine de kendini suçlamaktan başka bir şey yapamıyordu.


Sherlock'un son sözleri doldu kulağına.

'Hoşça kal John.'


"Hoşça kal Sherlock..."



So Cold (Düzenleniyor) Where stories live. Discover now