"Ayakkabının bağcığını bağla, gerizekalı."

Kolundaki elini çekip çene ucuyla ayakkabımı gösterdiğinde belli belirsiz omuz silktim ve yürümeye devam ettim.

"Gerek yok, düz yolda yürümeyi bilmeyecek kadar aptal değilim."

Dudakları alayla kıvrıldığında yüzümü diğer yöne döndürdüm ve yutkundum.Benim yanımda böyle güzel gülmesi, içimde ruhumu gıdıklayan tüylerin uçuşmasına neden oluyor, bilinmeyen bir kuvvet tarafından göğsüme baskı kurulup nefesim kesiliyor gibi hissediyordum.

Tuttuğum nefesimi serbest bırakıp yürümeye odaklanmaya çalıştığımda uçsuz bucaksız ormanın içinden gelen uğultularla afalladım.

Boğuşma sesleri irili ufaklı ağaçların gövdelerine çarparak yankılanıyordu ve saniyeler geçtikçe bize yaklaşıyordu.

"Ji Min.."

Titrek sesimle adını mırıldandığımda,şaşkınlıkla bana döndü ve bir süre yüzümü inceledi.

Beraber olduğumuz süre boyunca adını ilk kez bu kadar içten telaffuz etmiştim.

Adını ilk kez telaffuz etmiştim.

"Şuan...tehlikeli bölge dedikleri yerdeyiz, biliyorsun değil mi?"

Endişeden kısılmış sesimle fısıldadığımda göz ucuyla engin ormana doğru bir bakış attı ve bir süre inceledikten sonra boğazını temizledi.Yüzünde, ne yapacağını bilemeyen dalgın bir ifade vardı ve bu ifadeyi teninde ilk kez bu kadar parlarken görmüştüm.

"Yun...sikeyim biz Yangju'da değil, Kuzey sınırdayız."

Dudaklarımı kemirip endişeyle kıvrandığımda, çantasını büyük bir çeviklikle bana fırlattı ve kemerine sıkıştırdığı silahı elinin altına aldı.

Kuzeyli askerlerin bağırışmaları her saniye daha da gürleştiğinde Ji Min boşta kalan eliyle saçlarını arkasına savurdu ve etrafına bakındı.

"Bizi gördüler."

Sesi, eski model bir radyodan çıkan ses kadar boğuk çıkıyordu ve onu ilk daha bu kadar ciddi görmüştüm.

"Ne yapacağız?"

Ji Min bir süre donuk bakışlarla etrafı süzdükten sonra kolumdan tuttu ve çekiştirmeye başladı.

"Yakalanırsak esir alacaklar."

Dediklerini idrak ettiğimde kafamı hızla salladım ve ona ayak uydurup koşmaya başladım.Sonunda hiç iyi şeyler hissetmiyordum ve kurtulacağımıza dair inancım neredeyse derin sularda boğulmamak için çırpınıyordu.

"Gücün bittiğinde kendini bana bırak."

Ji Min'in hırıltılı sesi, dağlık vadide toklaşan ayak seslerimizle uyumsuz bir şekilde yankılandığında,nasıl öldürüleceğim hakkında onlarca kesik düşüncenin bir cam parçası gibi beynime batışıyla boğuşuyordum.

Kaçamayacaktık.

Tarih, 15 yıl sonra kendini tekerrür etmişti.Tıpkı 15 sene önceki gibi, tıpkı babalarımızın idam kalemini kıran kaderleri gibi, acınası bir şekilde öldürülecektik ve burada onca acıya ev sahipliği yapmış kanlı toprakların çığlıklarında yok olacaktık.

Düşüncelerimden ayak bileğime sertçe batan ince dalların verdiği acıyla sıyrıldığımda, sesli bir şekilde inledim ve kendimi bir anda ıslak zemin üzerinde buldum.

Ji Min'in ani çekişi sebebiyle yüzüm çalı çırpıya sürterken bir feryat daha dudaklarımdan döküldü.

Kızgın bir su buharı kafamdan aşağı dökülüyormuş gibi hissediyordum.Bütün hissetme yetim doruklarına kadar ulaşmıştı ve bulunduğum konum ıslak bir bezle silinmişcesine bulanık ve yarı opaktı.

killer melody » ji min ✅Where stories live. Discover now