Kırmızı Kar

41.5K 2.4K 1.2K
                                    

❈1❈

"Gündüz sınıfı öğrencileri, size sokağa çıkma yasağının resmen başladığını söylüyorum. Beni dinliyor musun? Hey, geri çekil!"

Gözlerimi kapatıp bu kulak tırmalayıcı sesi duymamış olmayı diledim. Buradaydı, hızla yağan kara aldırış etmeden etrafta koşturuyor ve soğuktan pembeleşmiş burunları ve parmaklarına aldırmadan gözlerini birazdan açılacak olan kapıya dikmiş kızları uzaklaştırmaya çalışıyordu. İçimden sabır dilenmeye başladığımda eş zamanlı olarak benim adımı seslendiğini duymamla gözlerimi açtım.

"Park Jimin! Daha ilk günden geç kalarak ne halt e-"

Çene hizasında biten saçları ince bir kar tabakasıyla kaplanmıştı. Büyük kapının gıcırdayarak açılmasıyla lafını yarıda kesti ve biraz daha döndürmesi halinde boynunu kıracak kadar hızla arkasına baktı. Bunu yapmasıyla o ince kar tabakası uçuşup, omuzlarına döküldü. Gerisin geriye yürüyüp heyecanlı çığlıklar atan kızların arasına daldığında, ben de sırtımı dayadığım sütundan doğrulttum ve onlara doğru yürümeye başladım.

"Lütfen, hediyemi kabul et. Kendim pişirdim."

"Geliyorlar!"

Sorgulanması gereken olgu şu; kulaklarım bu utanç verici cümleleri duymayı hak edecek ne yapmış olabilir. Hala onlu yaşlarımdayım, maruz kaldığım ahvali hak edecek bir günah işlemiş olamam. Fakat etraftaki insanların ısrarla sorguladığı şey, bu:

"Çok yakışıklı, gözlerim ona bakmayı hak edecek ne yaptı!"

Duyduğum cümlenin etkisiyle az önce olduğu gibi gözlerimi kapatıp, aksi yöne doğru koşmamak için kendimi zorladım. Yine bir sevgililer günü, özenle hazırlanan hediyeler ve çikolatalar. Verdikleri kişilerin o çikolataları isteseler bile yiyemeyecek ucubeler olması ne acı. Belki içeriğine fındık kreması yerine kendi kanlarını katarlarsa, ucubeler onları yiyebilir. Bunu bilseler yapacaklarına eminim. Yahut direkt boyun ve bileklerini çikolataya bulayıp kendilerini sunacaklarına.

İğrenç. Ve acınası.

"Bugün dünden yüz kat daha fazla sevimli olmayı nasıl başarıyorsunuz! Ah teşekkür ederim."

İğrenç olan başka bir şeyde esmer ucubenin aegyo dolu sesi. Mırıldanarak hediye kutusunu sallayışı ve kızların ölüyorlarmış gibi attıkları çığlıklar. Ve her şeyin ortasında onlarla hala başa çıkabileceğine kendini inandırmış olan Yeri.

"Bu kadarı yeterli, işi biten yatakhaneye!"

İki kızın kolundan çekiştirmeye başladı ve beklediğim oldu. Kollarını hızlıca ondan kurtarmalarıyla kalçasının üzerine düştü. Ona ilerlettiğim adımlarım, kızların oluşturduğu kalabalığı garip bir şekilde sadece gözlerine bakıp geri çekilmelerini sağlayarak geçen ve Yeri'ye kibar bir gülümseme eşliğinde elini uzatan ucubeyi görmemle dondu. 

"İyi misin? Ayağa kalk, hadi."

"Ah ü-üzgünüm."

"Düştüğün için özür dileme."

"Sen kaldırdığın için... Siz yani."

Bembeyaz suratında küçük bir tebessüm belirdi ve elini Yeri'nin başına koymasıyla kız sustu. Beni tetikleyen neydi, ne zaman yanlarına gelip başındaki elinin bileğini sertçe kavradığımı bilmiyordum. Sanki avucuma ateş dolmuş gibi tuttuğum elini savurdum. 

O an umursamadığım şeylerin sayısı, muhtemelen yaşımdan daha fazlaydı. Etrafın kalabalık olması, bu kalabalığın tamamen bize odaklanmış olması, benden yüzlerce yaş büyük ve soylu birine yaptığım muamele, aslında tam bir soysuz oluşu, ince ve ufak ayrıntılara girersem bu satırın sonunun asla gelmeyeceği gerçeği.

"Ders başladı Jeon Jungkook."

Bana bakmadı, Yeri'nin küçük suratını izlemeye devam etti. Sanki ben yokmuşum gibi. Yeri ise çoktan kutsal şahsa saygı ifadelerinden yoksun bir cümle kurmamın şokuyla bakışlarını bana çevirmiş, ceketimin ucunu uyarmak istercesine arkadan çekiştiriyordu. Etraftaki tüm kızların sessizliği, az önce arkaları bize dönük olan dört ucubenin onun bileğine dokunmamla sanki bedenleri arasında bir bağ varmış gibi görmeden, hissederek huzursuzca bize dönmeleri ortamı daha fazla germişti.

"Ne korkutucu bir kişilik..."

Esmer olan alaycı bakışlarının aksine soğuk bir ses tonuyla konuştuğunda onu umursamayıp, kızlara döndüm ve hepsine dik dik baktım. Yeri'nin beş saat koşuşturmasındansa onlara bakışım daha etkili olmuştu, bir anda toparlanıp fısıldaşarak yatakhaneye gitmeye başladılar.

"Biraz sakin olmayı dene, başkan."

Başkan? Keşke görevim sadece birkaç zımbırtıyla ilgilenmemi gerektiren sınıf başkanlığı olsaydı. Ama hayır, bundan daha fazlası.

Burada, gece ve gündüz öğrencileri için kurulan özel Cross Akademisinde başkan lakabı ben ve anlaşılan o ki partnerim olan Yeri için sadece bir mecazdı. Biz eskilerinin görevlerini bırakmalarıyla yeni okul koruyuculuğunu üstlenmeye zorlanmıştık. İnsanların ve vampirlerin doksan yıldır uydukları sözde barış antlaşmasının sonuçlarından biri Cross akademisi. İki ırkın beraber yaşayabileceğinin kanıtı olarak kurulan, beş vampirden oluşan gece sınıfı ve ellisi kız diğer ellisi erkekten oluşan yüz insanın olduğu gündüz sınıfına sahip Cross Akademisi. Ailem vampirler tarafından katledildikten sonra yuvam olan Cross Akademisi.

Ve şu an yaka kartımı düzelten, kemikli parmakları kat kat giyinmeme rağmen sanki tenime değiyormuşçasına vücudumu karıncalandıran ellerin sahibi, Jeon Jungkook.

Yüzyıllar boyu vahşice yaşadıktan sonra bir aziz gibi ölen vampirlerin atasının tek oğlu.

Evet, zannedilenin aksine ölebiliyorlar. Biz insanlarla karşılaştırınca sonsuzluk kavramına çok yakın olmaları, bu gerçeği değiştirmiyor. Geceleri rahat uyuyabilmemi sağlayan şeylerden biri, aralarından birinin canını alabilme ihtimalim. Gurur duyardım.

Vampirler. İnanması güç. Ama imkansız değil.

Ölüme ne kadar yakın? Yani, kaç yaşında?

Onu hayatımın en büyük hatasını yapıp, ailem öldürülürken evden kaçtığım ve onlarla aynı kaderi paylaşmam gereken o karlı gecede ilk gördüğümde, ruhu dört yüz küsürlü yaşlarında ve bedeni en fazla on beşi gösteren bir yaştaydı.

5 yaşında, ailesinin kanıyla boyanmış montunun içinde tir tir titreyen ve kırmızı gözlerin içerisindeki kendi yansımasına
bakıp, sivri dişlerin bu sefer kendi boğazını parçalamasını bekleyen bir çocuktum. Sonra o geldi, düşündüğümün aksine parçalanan boğaz benimki değil, sivri dişinkiydi. Ailemin katilinin başını kopartıp fırlattığını, önümde dizlerinin üzerine çömelip kanlı avucunu tombul yanağıma koyduğunu hatırlıyorum. Gözleri katilin gözlerinden daha koyu bir kırmızıydı, aynı onun gibi dişleri vardı. Fakat onun aksine dişleri ağzı kocaman açıldığı için değil, bana gülümsediği için görünüyordu.
"Güvendesin." Demişti. Güvende değildim. Bir başka vampirin, katilin kucağındaydım.
Fakat o hissi hatırlıyorum, onun kollarında tıpkı şu an olduğu gibi ciğerlerime dolan hafif kan kokulu nefesi yüzüme çarparken, annemin sıcaklığında bile hissetmediğim bir güven duygusuyla doluyordum. Ve parmaklarımı uyuşturan bir tutkuyla.
Ona karşı...

AkayukiWhere stories live. Discover now