-20.Bölüm-"HİÇ"

4.2K 1.4K 106
                                    

"Merak etme ikiz. Bir gece ayarlayıp kafayı dağıtırız, affettiririm kendimi." diye göz kırptı.

İçkili ortamlardan uzak durduğumu söyleyeceğim sırada kulağıma yakın mesafeden bir ses geldi.

"A aa! Bensiz eğlence mi yapıyorsun dayıcığım? "

Ciddi anlamda yorulmuştum artık! Tam da şu an da kollarımı iki yana açıp "Ne lan bu yaşadıklarım!" diye feryat edesim vardı. Evet, tam da şu saniyelerde.

Bu kadar yeni insan tanımak, muhatap olmak ve kendimi böylesine iğrenç biri olarak hissedeceğim birine dönüşmek beni feci halde yormuştu. Daha kaç defa diyeceğimi kestiremiyorum ama sırtımda ağır yük taşırken yokuş çıkmak kadar yorgunluktu hissettiğim. Belki de daha fazlası. Ferhat'ın omzumun üstüne bakarak gülmesini devam ettirmesi ile bende bakma gereği duydum. Arkama doğru çevirdiğim gözlerim bir çift kahverengi göz ile buluşurken "Sensiz eğlence olur mu hiç güzelim?" diyen şef ile gözlerimi devirip önüme döndüm. O arada kız da "Hiç olur mu bayım?" diyerek karşımda duran şefin yanına gelmişti. Şefin "Sence?" diye karşılık vermesi ile sarılmıştı. Dayı ve... Imm... Yeğen. Bu arada saçma diyalogları, hasarlı beynimi yemiş ardından dibini kazımıştı. Gözlerim yeniden devrilecek yer bulmuştu. Bu sıkıntılı iç durumu yaşarken şef ile göz göze geldiğimde "Ah, Tarık. Af edersin. Bizim kızı ne zamandır görmüyordum da." diyerek bıyık altından gülümsedi. O arada gözlerim, açık kahvelere gitti.

"Bizi tanıştırmayacak mısın dayı?" diyerek genişçe gülümsemişti.
"Yok efendim, hiç almayayım!" diyecektim. Benden beklenmez biliyorum, ama diyecektim. Diyemediğimden olacak ki boğazımdaki oluşan yumruyu şefin sözleri ile hissetmiş, yine şefin sözleri ile acı acı yutkunmuştum. Bir yalan, onca yalanı peşinde getirir de bir kişiye söylenen yalanı onca kişiye söylemek nedendir!

"Mısra bayıldığı zaman bu genç varmış, sağ olsun hastaneye getirmiş. Bende yanlış anladım da kendimi affettireyim diyordum."
Kahverengi gözler mahcupluk belirtisi verirken bir yandan da "Ahh... Dayım işte..." diye söylendi.

Ferhat'ın bu kadar başarılı yalan söylemesi beni daha çok şaşırtmıştı. Öyle ki kumral kızın konuşması tıpkı fazlasıyla uykulu zamanımda yelkovan ve akrebin koşuşturması gibi dikkatimi çekmiyordu. Ha, evet! Kız kumraldı. Kat kat kesilmiş kahverengi saçları vardı tıpkı gözleri gibi.
Açık mavi bir elbise giymişti. Askılıklı, belden oturtmalı, dizlerinin üzerinde biten pileli etekli bir elbise. Maviyi severdim. Birçok insan gibi. Huzurdu benim için. Başka bir tanımı yoktu. Huzur her iyi şeyi kapsardı çünkü. Elmacık kemiğinin üzerinde bir gamzesi vardı. Gülünce beliriveriyordu teninin kaybolduğu makyaja inat. Evet evet, yanlış anlamadın, kız gülüyordu. Onu izlemem hoşuna gitmişti sanırım.

"Tarık'tı değil mi?" diye sordu az önceki ses tonlarından, farklı bir ton seçerek.

Tarık değil, Stef. Beni Tarık olarak tanımamalıydı, yaptıklarım Tarık'a ait değildi. Tarık masumdu, Stef ise sahtekar.

"Evet." diye konuşurken çıkan sert sesim ile fark ettim, en az sesim gibi sert bakıyordum. Dışarıdan nasıl göründüğümü acayip merak ediyordum. Çünkü kumral kız sesim çıkmadan önce o bakışımı fark etmiş, gülümseyen yüzünü soldurmuştu. Evet dememin ardından gözlerini kısarak inceledi bu sefer beni. Demek istediğim geldiğinden beri hayranlıkla bakan gözler, bir şey düşünür gibi bakıyordu artık.
Hatta bir ara "Tarık..." diye mırıldandı.
Sonra dayısına yaklaşıp duyamayacağımı düşündüğü şekilde fısıldadı. "Mısra'nın beklediği olamaz değil mi? Bu imkansız çünkü."
Şef akıllı adam demiştim ya. Bunu bekliyor gibi hazırdı cevabı. "Ah, keşke..."
Yalancı da demiştim tabi!

Rabbini Kalbinde HissetWhere stories live. Discover now