RUHSAL ÇÖKÜŞ

379 64 29
                                    

Kabullenemeyeceğiniz gerçekleri başkalarından değil, kendinizden

duyun. Çünkü yok edemeyeceğiniz tek mahluk kendinizsiniz.


Bilinmezlikler... Bir hiç uğruna kim vurduya giden hayatlar... Bir insanın namusu gibi kimsenin yan gözle bakamayacağı hayaller... Yaşam kargaşası değil mi insanı her şeyiyle yoran? Boş boş bakan kalpler var bu dünya denilen küçücük odada. Çığlık atsan sesinin yine dönüp sana çarpacağı bir boşlukta bedenin.

Tırnaklarının uçlarıyla kazıyarak geldiğin noktanın en büyük enkaz toplayıcısı sensin. Kendin buldun yönünü, kendin belirledin planını, kendin kazdın, kendin çizdin yolunu ve yine kendi gücünle bulunuyorsun bu raddede. Yoruldun mu? "Yazık kıyamam sana." deyip, kendin yine teselli olursun teninin yorgun bütün gözeneklerine.

Ben münzevi bir yaratığım. Herkesin tuhaf tuhaf baktığı, herkesin ettiğim her kelimede afallayıp yere düştüğü bir mahlukum ben. "İnsanım ben" diyemiyorum maalesef. Çok yazık bana... Her şeyimle az bir şeyde olsa keşke benzeyebilsem bu etrafımdaki içi boş bedenlere. Düşünen Cesed' in da dediği gibi, " 'Tık' diye vursam, 'doing' diye ses çıkarır" bu yüreğinde elle tutulur tek bir duygu barındırmayan insanlar.

Birinde mutluluk, diğerinde ise acılar olan iki dağın arasına gerilmiş ipin cambazıyım ben. Başımı aşağı çevirsem midemi bulandıran, başımı döndüren bir uçurumun mecburi istikametiyim. Adına "acı" denilen bu dağın en sadık sakiniyim ben. Spatulayla kazımaya kalksan sökemeyeceğin kadar içine işlemişim burasının. Şimdi... Elime dengemi sağlayabileceğim bir çubuk verildi ve karşıdaki dağ işaret edildi bana. "Ya oraya sığınacaksın mutluluğu bulacaksın ya da bu uçurumdan atlayacaksın. Burası acı çekenlerin meskeni... Sen artık burada barınamazsın; çünkü yaşadığın hiçbir şeyden artık keder duymuyorsun." dendi gözlerimin içine bakıla bakıla.

Bir karşıya baktım, yemyeşil bakan iki güzel göz, bir de başımı eğdiğimde düşersem eğer, tek bir zerremin bulunamayacağı boşluk. Titreyen gözlerle ve korkak adımlarla ipe doğru yöneldim. Ya karşımdaki gökyüzünün bütün güzelliklerini tek bir gülüşünde gizleyen kadına varacağım ya da olduğum yerde ayaklarım yerden kesilecek ve boşluğa savrulacağım.

"Hayat!" diye bağıran sesin sahibiydi beni dünyaya getiren. Nefesindeki sıcaklık bu buz gibi havayı nasıl da ısıtmıştı hemen. Sana geliyorum güzel kadın; senin kanatlarındaki sıcaklığa, yüzündeki masumiyete sığınmaya geliyorum.

Henüz söyleyecek bir yalan bulamamıştım ve zamanım kısıtlıydı. Bir an annemle aramızda olan mesafe kilometrelerce uzasın istedim. Ben ortadan kaybolmamı açıklar nitelikte sağlam bir bahane yaratana kadar zaman dursun veya yaklaşık on beş dakika öncesine, yol esnasına gidip, şimdi havaya savurabileceğim birkaç yalan-yanlış sözcük tasarlamak istedim. Niye arabada düşünmemiştim ki bunları? Neden şimdi bu kadar debeleniyordum ki? Kendimi boşu boşuna kıvrandırmayı ne kadar çok seviyorum ben.

Cadde zeminine dizilmiş parke taşlarının arasındaki toz ve pislikten yapılmış ince yolları, içilip atılmış sigara izmaritlerini, savruşturulmuş yiyecek-içecek ambalajlarını ve daha bir sürü pislik yuvası olan bu zeminin, hafif çiseleyen yağmurun etkisiyle gri tonunun siyaha nasıl kavuştuğunu gözlemledim şimdi. Normal şartlarda ayrıntılara pek dikkat etme gereği duymayız çoğu zaman ama dataylara bu kadar odaklanmamızın tek bir nedeni vardır; zamanın çekilemez bir şekilde durma noktasına gelmesi... Her ne olursa olsun bahanesi olmayan tek şey zamandır. Hiçbir güç onu durdurmak gibi bir kudrete sahip değildir. Önüne geçip durmasına, birkaç salise bile olsa beklemesine asla güç yetiremezsiniz. Öylece geçip giderken yapabileceğiniz tek şey, arkasından el sallamaktır.

SÜRMENAJWhere stories live. Discover now