"A-Ailemi sen öldürmedin?" dedi sorarcasına. Gülümsedim. Buna tutunmaya çalışıyordu. Ailemi sen öldürmedin. Sen yapmadın...

"Ben değildim kardeşim. Ben nasıl yaparım, ben nasıl kıyarım senin ailene? Kendim daha küçücüktüm." Sesim düzensiz çıkıyordu, titriyordu.
Hazal ise birden bana sarıldı. Şaşkınlıkla gözlerimi ve ağzımı on karış açtım. Sarıldı diyorum!

Öyle sıkıyordu ki nefes alamıyordum. Ama bu şuan önemsiz. Kardeşim bana sarılıyordu. Bana sarılıyordu...
Belki de buna ihtiyacımız vardı. Sarılmak. Sarılabilecek birine ihtiyacımız vardı. Veya tutunabilecek bir şeye. Belki de benim o'nun gücüne, o'nunda biraz sevgiye ihtiyacı vardı. Tamamlıyorduk işte birbirimizi. Kardeş olup birlikte göğüs gererdik herkese.

"Neden söylemedin bana? Sana, karşımda bir katil varmış gibi değilde, abim varmış gibi bakardım" diye fısıldadı Hazal geri çekildiğinde. Gözümden düşen bir damla yaşa engel olamadım. Söyledikleri ruhuma işliyordu. Abim varmış gibi...

"Yapamazdım Hazal. S-Seni öldürürdü" dediğimde Hazal öfkelendi.

"Sikerim ulan!" diye kükredi birden. "Kim öldürüyormuş beni? Sence gerçekleri bilmek hakkım değil miydi? Sence beni öldürmek isteyen şimdiye kadar öldüremez miydi? Ulan seni kullanıyor hâlâ kafan basmıyor. Sence biz birlikte dursaydık, bize kim ne yapabilirdi?"

Haklı olabilirdi. Ah ne saçmalıyorum, tabiki de haklı! Ama ne yapabilirdim? Her zaman Hazal'a benden bir adım öndeydi. Sürekli kardeşimin ensesindeydi. Kabul etmekten ve susmaktan başka çarem yoktu.

Ağzımı açıp konuşamıyordum bile. Ne dersem diyim Hazal daha üstün bir şey söyleyip beni susturacaktı. Hazal, aklına bir şey gelmiş gibi kaşlarını çattı. Ardından derin bir nefes alıp beklenen soruyu sordu.

"Azat? Patronun kim?"

---

Okay'dan


Hazal'ın mesajı ile apar topar Samet'in evinden çıkmıştık. Çınar ile birlikte Hazal'ın gönderdiği adrese gidiyorduk. Edirne civarında küçük bir evde beklediğini yazmıştı. Ve bize bir görev vermişti.

'Eve giden yolda bir sürü ok işaretleri var, onları gelirken temizlemeniz gerekiyor Schatz. Bir tane bile unutmayın olur mu?' yazmıştı bir de. Şimdi ise her bir ok işareti gördüğümüzde silmeye çalışıyorduk.

"Neden yapmış ki bunları?" diye sordu Çınar. Merak ettiği sesinden anlaşılıyordu.

"Bilmiyorum. Yine bir oyun peşindedir" diye cevapladım bir çırpıda.
Anlamış olmalı ki, onaylar gibi mırıltılar çıkardı.

"Açık konuşmak gerekirse Hazal'ın oyunları bazen beni de ürkütüyor."
Çınar'ın bu söylediğine kısa çaplı bir kahkaha attım. Aslına bakılırsa haklıydı.

"Daha bir şey bilmiyorsun koçum. Bir keresinde depo gibi bir yere gitmiştik, birinden keseceği hesap vardı. Yanına bir kaç kablo ve şişe kapağı almıştı sadece. Depoda torbalarla dolu kumlar vardı. Hazal gitti torbaları açtı etrafa serpti. Sonra deponun girişine, yani kapının oraya şişenin kapağını koydu, kenarlarınada kabloları gizledi. Üzerine de kum serpti" diye açıklarım hızla. O günü hatırlıyorum da, gülmekten yerlere yatmıştım.

"Yani?" diye sordu Çınar merakla. Ne yani anlamamış mıydı?

"Yani... Adam kapıdan girdi ve kapağın üzerine bastı. Hazal da bu ânı bekliyordu zaten, 'sakın kıpırdama mayına bastın' diye bağırdı. Adamın götü tutuştu tabi. Bizde adamı yakarışlarıyla birlikte bırakıp depodan ayrılmıştık. Sırf piçlik olsun diye. Adamın orada kaç gün kaldığını bilmiyoruz."

INTIKAM OYUNLARIWhere stories live. Discover now