Bloody Tear -2.Bölüm-

298 36 13
                                    

Bu seferlik biraz kısa bir bölüm oldu. Bu arada eğer okuyorsanız yorum ve vote da yaparsanız çok sevinirim :) Okuyan herkese çok teşekkür ederim...

-Aysu

Korkuyla gözlerimi kapattım ve bıçağın acısını hissetmeyi bekledim; ama hissettiğim sadece bir elin elimi kavrayışı oldu. Kulaklarıma dolan ‘’Koş!’’ kelimesiyle ayaklarım istemsizce itaat ederken ben gözlerimi açtım. Arkadan gördüğüm neredeyse beyaza yakın sarı bir kafa ve geniş omuzlar oldu. Elimi tutan el ise bu geniş omuzlardan birine aitti.

Beni nereye götürdüğünü veya ne yapmaya çalıştığını deli gibi merak etsem de şu an benim hayatımı kurtardığı için duyduğum minnettarlık saçmalamama engel oluyordu.

Büyük ihtimalle arkamızdan George ve arkadaşı geliyordu ve sanırım ben önümdeki çocuk kadar hızlı koşamadığım için problem oluyordum. Biraz daha gayret gösterip hızlanmaya çalıştım; ama bacaklarım kaskatı olmuştu. Bunun sebebi korkum muydu soğuk hava mı hiçbir fikrim yok. Tek bildiğim şu an yakalanmak üzere olduğumuzdu.

Önümdeki çocuk birden durdu ve bana dönüp gülümsedi. Ben çocuğum mavi gözlerine ve beyaz dişlerine takılı kalmışken birden ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim.

‘’Aman tanrım! Ne yapıyorsun?’’

‘’Hayatını kurtarıyorum.’’ Dedikten sonra birden ben sırtındayken koşmaya başladı. Bir süre afalladıktan sonra ellerimi boynuna sardım. Beklediğimden çok daha hızlı koşuyordu. Hatta normal birine göre fazla hızlıydı. Bir koşu yarışını kolaylıkla kazanabilirdi.

Sonunda beni çitler ve elektrik telleriyle kaplı bir kapıdan geçirdikten sonra eski ve yıkık dökük bir evin önünde durduk.

‘’Beni evime götürmen gerekmiyor muydu?’’

‘’Seni onlar peşimizi tamamen bıraktığında evine götüreceğim. Benden korkmana gerek yok.’’

Bu söylediğinden sonra söyleyecek hiçbir şey bulamadım. Evin kapısına yaklaşmıştık ki aklıma geldi.

‘’Artık beni indirebilirsin.’’ Beni yavaşça ve nazikçe yere bıraktıktan sonra anahtarla kapıyı açtı. İçeriden kalın bir erkek sesi geldi.

‘’Abi, sen misin?’’

‘’Evet, Jimmy.’’

Yanımda duran çocuk beni elimden tutup öbür çocuğun –sanırım Jimmy’di- olduğu odaya götürdü.  Kapıyı açıp içeriye girdiğimde siyah deri bir koltuğun üzerinde, saçları koltukla aynı renk olan bir çocuk oturuyordu. Kapının açıldığını duyunca bize doğru döndü ve mavi gözleri şaşkınlıkla kocaman açıldı.

Yanımdaki çocuk gülümsedi ve eliyle beni gösterip ‘’ Bu Tiffany.’’ dedi. Dikkatimin tamamını çocuğa –Jimmy’e- vermişken birden kendime geldim ve yanımdaki çocuğa döndüm.

‘’Adımı nereden biliyorsun?’’

‘’Adını biliyorum çünkü biz yıllardır seni arıyoruz. ‘’ Çocuğa devamını beklediğimi belirtmek istercesine bakarken Jimmy lafa girdi.

‘’Senin annen hayatımızı kurtardı ve bizden seni bulmamızı rica etti. Seni korumamız gerektiğini, çünkü bir şeyler bildiğini söyledi.’’

‘’Hiçbir şey bilmiyorum. Şimdi bırakın da gideyim.’’ Hızlıca arkamı döndüm ve kapıya doğru yürümeye başladım. Annemden bahsetmekten hoşlanmıyordum, o kadın için anne kelimesini kullanmak bile bana utanç verse de adını bile hatırlayamıyordum. Demek ben yetiştirme yurdunda kalırken burada başka çocuklara bakıyordu. Madem hastalık bu kadar kolay bulaşmıyordu, o zaman neden benim yanıma gelmemişti ki? Ben onu hasta haliyle de kabul etmeye hazırdım, ben onu her şeye rağmen hala çok seviyordum. Şimdi beni bulmaları için bu iki kardeşi mi göndermişti? Kendi gelemiyor muydu?

Aptal gözyaşlarının gözlerime dolduğunu hissediyordum. Kahretsin! Bu çocukların önünde öylece ağlayamazdım. Hemen bu saçma evden çıkıp kendi evime gitmek istiyordum.

Birinin beni tuttuğunu fark ettiğimde arkama dönmeye gerek duymadan ‘’Bırak beni! O korkak kadın kendi gelemediği için sizi gönderdi, öyle değil mi? O kadın önce kendi hayatını, sonra babamınkini mahvetti. Şimdi bana da aynı şeyi yapmasına izin veremem. Beni anlıyor musunuz? Benim hiç kimsem yoktu, asla olmadı. Şimdi de yanımda olacak birine ihtiyacım yok! Kendi başımın çaresine bakabilirim.’’ dedim.

Beni tutan el kendine çevirdi ve suratımın ortasına bir tokat attı. Bu Jimmy’di.

‘’Kendini ne sanıyorsun? Sence bizim hayatımız çok mu güzel? O benim gerçek abim değil. Benim kimsem yoktu, çünkü ben hastayım. Ailem beni evde rahatsızlık veren bir hayvanmışım gibi kapının önüne attı. Beni sokakta ağlarken Clary –senin annen- buldu ve beni buraya getirip onunla tanıştırdı. Bize isim verdi. Bana Jim, ona Joe. Bizim adımız bile yoktu, kimsenin umrunda değildik. O bize değer verdi ve şimdi karşılığını ödemek zorundayız. Ayrıca Clary hiçbir zaman babanı aldatmadı. Clary laboratuarda çalışıyordu ve virüsü incelemeler sırasında kaptı. Eğer Clary gelebilseydi, gelirdi. Her zaman bize seni anlatırdı ve sen fark etmesen de seni izlerdi. Ama Clary gelemez, çünkü öldü. Beni duydun mu? Algılayabiliyor musun? Senin annen sen onu bilmeden suçlarken, sen ondan nefret ederken öldü!’’

Donup kalmıştım. Hiçbir şey hissedemiyordum. Sadece Jimmy’nin gözlerine bakıyordum. Bazen gözyaşlarımın aktığını hisseder, hıçkırığımı duyar gibi oluyordum ama sanki hepsi uzakta. Sanki başka biri ağlıyor, sanki ruhum ve bedenim ayrı yerlerde duruyordu. Sonra ne olduğunu fark etmeden karanlık olmaya başladı. Karşı gelmeden gözlerimi kapattım ve yere düştüğümü hissettim.

Bloody TearHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin