"Sayamacağım kadar uzun bir zaman dilimi."

Hafifçe burnunu çekip mermerden yapılmış evin merdivenlerinden çıktı ve çelik kapının kulpunu çevirip geçmem için eşiğin kenarında bekledi.

Yağmur damlaları kahverengi parkeler üzerine damlarken evin ani sıcaklığı diken diken olmuş vücudumu titretmişti.Eşikten geçip siyah botlarımı ayağımdan çıkardım ve yaklaşık iki gündür ayağımda olan kırmızı çoraplarıma üzüntüyle baktım.

Buraya geldiğimden beri hala üzerimde aynı kıyafetlerle dolanıyordum ve böyle giderse bir sokak çocuğundan farkım kalmayacaktı.

Ki aslında ben de sahipsiz bir sokak çocuğuyla aynı kaderde değil miydim?

Jung Kook dış kapıyı kilitleyip anahtarı avucuna sıkıştırdı ve kendi odasına doğru yürüdü.

Bu hareketi hala bana güvenmediğinin bir belirtisi olmalıydı.

Soğuk nefesimi dışarı verip ıslak saçlarımdan akan damlalara aldırmadan ahşap merdivenlerden yukarı doğru çıktım. Her basamakta yankılanan tok ses büyük ama ıssız evde dalgalar halinde yayılırken Park Ji Min tarafından sürüklendiğim odanın önünde istemsizce durdum.

Bunun bir melodram ya da dram olmadığını biliyordum, fakat aslında akıntıya kapılmış kağıttan bir gemi gibi dolanıyor olmak, sonunu kestiremediğim yolda yuvarlanmak bir melodramın ta kendisi değil miydi?

Duyduğum kilit sesi bütün düşüncelerimden arınmama neden olurken karşımda duran bedeni farketmemle bir adım geriye adımladım.

Park Ji Min donuk bakışlarını üzerimde dolandırırken boğazımı hafifçe temizledim ve hala zemine damlayan yağmur damlaları yüzünden ıslanmış çoraplarıma baktım.

Bir hamle yapıp karşımdan gitmesini, böylece tuttuğum nefesimi serbest bırakmayı istiyordum. Çünkü sabit kalmak ve kaçıp gitmek arasında duyduğum tereddüt beni boğuyordu.

"Kural bir, hiçbir insanın karşısında kafanı eğme."

Tok sesi kulaklarıma dolduğunda ağırlık yapan saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım ve kafamı hafifçe kaldırdım.

Bakışları yüzümde dolanırken belki ilk defa onu bu kadar yakından inceleme şansı elde etmiştim.

Park Ji Min...yakışıklıydı. Bir erkeğe göre orta derecede olan boyu, dağılmış siyah saçları, dolgun dudakları ve sevimli yüzü, ahenk tablosunun sıradanlığını bozan ölü ve kristal gözleri...

Bir insanın içini titretecek soğuk bakışlarının altında aksine derin bir acı ve sığınma isteği yatıyordu, ve o kalkan olarak bir buz küpüne dönmeyi tercih etmişti.

Bir cesaret bulup gözlerine derince baktığımda ahşap merdiven korkuluğundan tutunmama engel olamadım.

Bu hareketim Park Ji Min'in bakışlarından ürktüğüm için değildi.

Karşımda duran koyu gözler bana güven verdiği içindi.

Karşımda duran gözler beni anlamlandıramadığım bir şekilde etkilediği içindi.

"Burada ne yapıyorsun?"

Bakışlarıyla aynı sertlikteki sesi fakat buna zıtlık oluşturan sakinliği yutkunmama neden olurken tekduze bir ses tonuyla cevapladım.

"Odama çıkıyordum."

Islak kazağım ve çıplak omuzlarımda gezinen gözleri korkuluğu daha sıkı kavramama neden olurken ellerini siyah sweatshirt'ünün cebine soktu ve telefonunu çıkardı.

Durgun bir şekilde ona bakarken telefonunun kilit tuşuna bastı ve sonra bana döndü.

"Son 11 saat 23 dakika."

Alayla kıvrılan üst dudağı tırnaklarımı avuç içlerime batırmama neden olmuştu.

"Anlamadım?"

Merakla ona baktığımda çenesini hafifçe yukarı doğru kaldırdı.Bir sarmaşığı andıran geceye bürünmüş gözleri ölümcül parıltılarla yanıp sönmekteydi.

"Aslan inine girme vaktin geldi, Yun."

killer melody » ji min ✅Where stories live. Discover now