26•|İz|

512 20 5
                                    


"İ-iyi misiniz? Üzgünüm, dikkat edemedi-"

Yerden destek alarak çevik bir hareketle yüz hizama yükseldi bir anda, sanki hiç yüzüne sertçe kapı çarpmamışım gibi. Ve işte o an gördüm, anlından aşağı akan kanın sebebi bendim. Sol kaşına çarpmıştım, salak gibi ağır kapıyı. Ah Masal... Adama öyle bakmayı kes, onun kim olduğunu hatırla... O Berk Ceylan. Ama bedenim onun kim olduğunu hiç mi hiç önemsemeden kımıldanmaya başlamıştı bile. Sanki ben yere düşürülmüş bir şekerdim de, bütün karıncalar üstüme üşüşmüştü. Birbirimize konuşmaktan öte, hücresel olarak bağlanırken, bunun nasıl olduğunu çözmeye çalışıyordum. Yakışıklı suratından dolayı mıydı bu olanlar? Ya da muhteşem takım elbisesi miydi onu nefes kesici kılan?
Sonunda karıncaları bedenimden attım ve konuşmaya çalıştım. "Kaşınız, kanıyor, onu durdurmalıyız." derken hiç de bildiklerimi uygulamıyordum. Normalde fazla hareket etmemesini sağlayarak anında yaranın derinliğine ve kanın rengine bakmam gerekiyordu. Ama onun yerine o... Rengini tarif edemediğim dudaklarına dalmıştım. Kiraz yemiş gibiydi... Ya da kırmızı şarap içmişti. İkincisi daha olasıydı. Bir anda, beyaz şarap hayranı ben; kırmızıya ısınmıştım.
Ben dudaklarını analiz ederken, o belli etmemek istese de yüzünü buruşturunca, doktorluk iç güdülerim devreye girdi ve demin tuvaleti ararken gördüğüm ilk yardım kitinin bulunduğu odaya sürükledim onu peşimden. Gıkını çıkartmadı çünkü o da yüzünden akan bir kanla insan içine çıkmak istemezdi. Odaya girip kapıyı arkamdan kapatınca garip bir nefes verdi dışarı. Ne yani? Kapı açıkken herkesin, onun yüzünü buruşturup durduğunu mu görmesini istiyordu?
Ben, kiti duvardan çıkartıp yaslandığı masaya koyunca sonunda konuştu. "Bu işlerden anlıyor gibi görünüyorsun..." dedi yarım ağız. Omuz silktim, başka ne cevap verilebilirdi ki? Kit'te de olması gerektiği gibi yok yoktu! İlk defa üst seviye bir yerde olduğumuz için teşekkür ettim beni getirenlere. İlk önce tamponu çıkarttım ve kanları göz önünden kaldırdım. Derin değildi, sadece hızlı çarpmanın şiddetiyle küçük bir alan patlamıştı. Kaşının üstünü mikroptan arındırdım ve dikişe gerek olmadığı için küçük bir bez yapıştırdım. Uzaklaşıp yüzüne baktığımda, simetrik yakışıklılığına bir nazar boncuğu olmuştu küçük yara bandı. Onun dışında, kusursuzdu.
Bedenime değmemeye çalışarak aynaya yürüdü, asaleti şaşırtıcıydı. Dimdikti, simsiyah takımı iç ürpertiyordu. Yarası dikkatini çekmemişti bile. Bana dönüp konuşurken hala onu tanımlıyordum kendi kendime. Bir dük gibiydi. Lanet olsun Masal, ikiziyle birlikte yaptığı onca şeyi düşünmeyip, Deniz'i düşünmeyip ona dük lakabını veriyorsun, nasıl bir arkadaş oldun sen? Hangi hormonların hareketlendi böyle? İhanet ediyorum... Ediyorum ama aklıma hakim olmak o kadar zor ki... Enis'ten sonra, yara alacağım bir liman daha bulduğunu düşünüyordu kalbim. Ne kadar da salaktım.
Bir elini cebine soktu ve ben nihayet onu dinlemeye başladım. "Bende iz bırakan ilk kişisin- fiziksel anlamda." dedi bütün o çekiciliğini sesine yansıtarak.
"Umarım nefretini kazanmamışımdır." derken ağzım kalbim adına konuşmuştu. Beynim bunun yerine ona laf çakmak istiyordu!
Gülümsedi bu cümleme, bana, o kusursuz incileri hediye etti adeta. "Aslında nefretten farklı bir duygu kazandın."
Ağzımı açtım ama sesim çıkmadı. Ne diyordu bu adam? Farklı bir duygu... Tanrı'm, sakinleşmeliydim, kızlardan birkaç tokat anca aklımı başıma getirirdi. Kızlar demişken, telefonum küçük çantamda çalmaya başlayınca irkildim. İrkildim çünkü onunki de aynı anda çalmıştı. İkimiz, karışan melodiler eşliğinde birbirimizi süzdük ve yine aynı anda açtık.
Deniz konuşuyordu ama anlayamıyordum. "... Deliğe düştün herhalde, neredesin, yemek başlıyor!" dedi en son ve kapattım. Berk de, beni gözleriyle yerken bir andan da telefona usulca fısıldıyordu. "Yoluma bir engel koyulmuştu... Geldim tamam." dedi ve o an aynı yere yürüyeceğimizin farkına vardım. Kapıda vedalaşıp aynı yere yürümek gibi olacaktı. Hiç konuşmasam nasıl olurdu? Bu iyi bir seçenekti. Kapıya yürüdüm ağzımı açmadan, o sırada o da atıldı ve kulbu kavradığım elimi- daha doğrusu kulbu kavradı benimle birlikte. Gözlerimi gözleriyle buluşturunca dedikleri yanaklarımı pembeleştirdi. "Bir hanımefendi kendi kapısını kendisi açmamalı."
İçimden bir ses bir daha hiçbir kapıyı açmayacağımı söylüyordu, susturdum hızlıca onu. Hep o yufka yürekli küçük canavar yüzünden terk edilip duruyordum. Anında birisine kapılmamın en büyük suçlusu oydu!
Gözlerim yaşlı şekilde koşarak geçtiğim koridordan bu sefer kafasını yardığım adamla yürüyordum. Talih miydi bu? Yoksa yeni bir bela mı? Bunu kızlara sormalıydım, her ne kadar cevaplarını bilsem de.
Tek masanın bulunduğu büyük balo salonuna tekrar girdik, kapıdan içeri adımımızı attığımız an ayakta bizi bekleyen her çift göz- büyük baba Koç bile şaşkınlık içindeydi. Bunun nedeni Berk'in kafasındaki yara bandı mıydı yoksa benim kafayı bulmuş gibi gözükmem miydi? Bunu anlamam çok zordu. O yüzden utanç içinde Masal'la Pera'nın ortasındaki yerime büyük adımlar attım, başım yerdeydi. Berk'se, aman, kaptırdım bende kendimi... Berk Ceylan'sa karşı çaprazıma, tanımadığım birkaç kadın-erkeğin arasına geçti. Kafası buraya dönmüştü elinde olmadan, benim için sandım ama sonra iki sandalye ötemdeki Koç'a baktığını fark ettim. Rüzgar'ın babası elleriyle sandalyeleri gösterdi ve noel baba tarzındaki sakalını elleyerek güldü. "Biraz geç olsa da bütün gururumu, hayatta en sevdiğim şey olan yemekleri siz kazananlara taktim ediyorum, afiyet olsun!"
Şükürler olsun ki önümüze konulan binlerce yemek bizi biraz oyaladı. Tabi kızlar durur mu, üçü de biraz yedikten sonra bana döndü. Gözlerinde garip bir bakış vardı, meraklı bir suçlama. "Berk Ceylan'la ne işin vardı?" dedi bir anda Pera. Varan bir... Ardından daha ilk soru cevaplanmadan dayadı diğerini Masal. "Ve niye sürekli gözleri bu tarafta?"
Varan iki... "Ayrıca geldiğinde kusursuz olan suratında şu an niye bir yara bandı var Masal Yıldız?" dedi son noktayı koyarak Deniz. Bu üç soruya da verebileceğim tek cevap vardı. "Somon muhteşem pişmiş."
Kızlar ciddi olmaya çalıştı ama kıkırdamalarını kesemeyip küçük çaplı bir boğulma yaşadılar. Bu üstümüzdeki bakış sayısını arttırsa da, sürekli bakan iki göz hiç değişmiyordu. Berk'in gözleri.
Bir çatal daha aldım güzel balıktan. Sus, içinde bile kurma ve tıkın Masal Yıldız.

Dört Renk Dört Ton (DÖRT RENK SERİSİ 2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin