21.Bölüm-Kuyruk

Start from the beginning
                                    

Hiçbir bedensel acı, ihanetin verdiği acıya erişemezdi.

Kan, bacaklarımdan aşağıya doğru damlarken dolaba doğru gittim. Şortları gözden geçirmeye başladım, fazla uzundular. Tişörtler de kapalıydı. Değişim şarttı.

Cam parçacıklarından birini daha aldım ve siyah şortu, güzelce kesmeye başladım. Ardından bordo renkli üstlüğü aldım ve yarım tişört hâline getirdim. Göğüs dekoltesini de ekledikten sonra kan içinde kalan bölgeyi temizledim. Dolabın içinden sargı bezi aldım ve yaranın üzerine yapıştırdım. Buralarda ruj olmaması büyük şanssızlıktı. Parmaklarımda ki kanı, dudağıma yedirdikten sonra ellerimi de yıkadım. Hâlâ bir kaç çizik kalsa da ciddi bir şey yoktu.

Siyah saçlarıma şekil verdim ve dışarıya çıktım. Herkes yemekhanede olmalıydı, bu yüzden hızlı bir şekilde yemekhaneye doğru ilerledim. Dudaklarımın arasından çıkan ıslık sesine, bedenim de uymaya başladı. Küçük bir dansın ardından kendimi salona attım. Kimseye bakmamaya özen göstererek mutfak bölümüne girdim ve kendime yemek koyup Andreas'ın yanına yerleştim.

Gözlerim Adrian ve -burnu kırık- Destiny'i bulduğunda gülümsemekle yetindim. Bir savaş başlatmıştılar fakat sonlandıran ben olacaktım.

"İyi misin?"diye sordu Andreas. Elimde ki çiziklere bakarak.

"Hiç bu kadar iyi olmamıştım,"dedim çapkın bir gülümsemeyle.

"Astrid, dövmene ne yaptın?"diye sordu Lena, şaşkınlıkla.

"Kestim, Astrid değil Vera."dedim düz bir sesle.

Gözlerim istem dışı Adrian'ı bulduğunda alaycı bir şekilde gülümsediğini fark ettim. Ardından hiçbir şey olmamış gibi Destiny'nin boynunu emmeye devam etti.

Umarım, şahdamarını patlatırdı.

-
Lena, Damien ve Nina çalışma salonuna gitmiştiler. Tyson, Destiny'e ölümcül bakışlar atıyordu. Destiny, onu umursamadan Adrian ile konuşuyordu.

Ben ise onlara doğru bakmamaya çalışıyordum yoksa sikik kızın kafasını, akademinin girişine gömebilirdim.

Andreas'a doğru yaklaştım ve kulağına doğru fısıldadım. Sıra bendeydi ve ben, basit hamleler yapmazdım.

"Öp beni,"

Andreas, ne dediğimi anlamamış gibi birkaç saniye bana doğru baktı. Kafamla onay verdiğimde sorgulamadan dudaklarını, dudaklarıma bastırdı. Alt dudağını, dudaklarımın arasına alıp emdim ve kucağına oturdum. İleri geri hareketlerle Andreas'ın erkekliğine sürtünürken ani bir şekilde dudaklarını, dudaklarımdan ayırdım.

"Beni seviyor musun?"

"Sana tapıyorum,"dedi erkeksi bir ses tonuyla.

"Dün, öyle dememişsin."dedim üzgün gibi.

"Ne demişim?"dedi şaşkınlıkla.

"Beni sevmediğini söylemişsin."

"Hayır, hayır bebeğim. Seni tüm kalbimle seviyorum, yemin ederim."

"Güzel, şimdi gitmem gerek." dedim ve üzerinden kalktım. Gitmeden önce son kez Andreas'a küçük bir öpücük kondurdum ve Adrian'a baktım. Sinirli bir şekilde bana bakıyordu, sadece bir an gözlerinde ki alevleri gördüm.

"Sevgili Castelain, duyduğun bilginin doğruluğunu test ettim de pek inandırıcı gelmedi."dedikten sonra dilim yardımıyla dudağımı hafif bir şekilde yaladım ve gülerek odadan çıktım.

Dövüş yapacak hâlim yoktu. Zaten içimde bir kaos yaşanıyordu, dışarısı şimdilik kalabilirdi. Gözyaşlarım, yanaklarıma doğru süzülmeye başladığında koşarak dışarıya çıktım. Havayı içime doğru çekerken gölün kenarına geldim ve üzerimde ki giysileri çıkartıp, kendimi gölün sularına doğru serbest bıraktım.

Neden göle girmiştim, bilmiyordum. O an doğru gelmişti ve yapmıştım. Andreas'ı kullanmıştım, acınası bir hâlde olabilirdim. Ne diyebilirdim ki?

Kalbi kırık kadınlar, onu derinden yaralayan bir adam uğruna binlerce erkeği ve vücudu harcayabilirdi.

Bende öyle yapmıştım. Onun açtığı yaralara, başkasının bedenini bastırmıştım. Tek amacım, beni acıttığı kadar onu kanatmaktı.

Işıklar, bedenime doğru hareket ettiğinde kaçmak adına debelensem de başarılı olamamıştım. Gölün içinde ışık canavarları vardı veya adları herneyse. Güçlükle kıyıya gitmeyi denediğimde, vücuduma yapıştılar ve beni, dibe çektiler. Su, ciğerlerime oksijen niyetine dolarken debelenmeyi bıraktım.

Hoş bir his, vücudumu karıncalandırıyordu. Gözlerimi kapattım ve gelecek şeyi bekledim. Bacaklarımı, hissedememeye başlamıştım fakat ışıklar, o kadar fazlaydı ki ne olduğunu göremiyordum bile.

Işıklar sönerken yüzeye doğru fırladım ve karaya çıkmaya çalıştım fakat çıkamadım. Kuyruğum, buna izin vermedi. Kuyruk mu?

Gözlerim, rengârenk pullar ile kaplanmış deniz kızı kuyruğumu bulduğunda sağlam bir çığlık attım. O şey, benimdi!

"Siktir,"diye mırıldandıktan sonra kuyruğuma dokundum. Hissedebiliyordum, ah!

"Kulak zarımızı sikmene gerek yoktu, anladığım kadarıyla bize ait alana girmişsin. Su, yaralarını iyileştirebilmek için sana bir kuyruk bahşetmiş."dedi az ilerimde ki adam. Bembeyaz saçları, denizden bile mavi gözleri vardı. Soluk teni, siyah kuyruğuna tezat bir şekilde parlıyordu.

"Ne?! Ben deniz kadını mı olacağım?"diye bağırdım ağlamaklı ses tonumla.

"Sakin ol, sadece bir günlüğüne. Sonra patilerine kavuşabilirsin."dedi gülerek.

"Peki, sen kimsin?"

"Prens Jules, bölgesine izinsiz girdiğin ve suyunun olanaklarından kullandığın adamım."dedi çarpık bir gülüşle.

"Ve sen, asırlar üzerine gelen ilk insansın. Bir insana göre fazla güzelsin,"dediğinde vücuduma doğru bir daha baktım. Göğüslerime bakıyordu!

Saçlarım,göğüslerimi örttüğü hâlde gereğinden fazla büyük oldukları için belli oluyorlardı. Tanrı'ya teşekkürler, deniz erkeklerinin kalkacak bir organı yoktu.

"Bir insan değilim, çok daha fazlasıyım."dedim iddialı bir şekilde.

"Biliyorum, normal bir insanın kuyruğu yeşil olmalıydı. Sen, rengârenksin. Nesin sen?"

"Vera, kraliçe veya fırtına, şimşekte olur. Ucundan yasaklıyım, karar senin. Ah, bir de savaşı başlatan kızım. Hâlâ benimle konuşmakta kararlı mısın? Söylemeden edemeyeceğim, erkek arkadaşı tarafından aldatılan kızda benim."dedim alaycı bir şekilde kahkaha atarak.

Sinirden gülüyordum belki ağlıyorda olabilirdim.

"Ben kral olma yolunda ki tek aday, yakışıklı ve deniz kızlarının gözdesi Jules. Hiç bu kadar emin olmamıştım,"

"Pekâlâ, ben bir deniz kadınıyım! Gözdem değilsin,"dedim gülerek.

"Bir günlüğüne olabilirim,"

Gecenin SenfonisiWhere stories live. Discover now