♣️KAÇIRILMA♣️

Start from the beginning
                                    

"En azından korktum numarası yapabilirdin."
Dediğinde gözlerimi devirdim.

"Te ALLAH ım ya. Çok mu merak ettin korkmamı."
Dediğimde elini pes dercesine kaldırdı.

"Bu arada çorapların beni de gör gibi bakıyor"
Dediğimde sırıttı.

"Ah! Olamaz. Ne kadar ilgi meraklısı çoraplarım var. Trafik lambası gibi yandıkları halde ilgi peşindeler"
Dediğinde gözümü devirdim.

"Saçma oldu değil mi"
Diye eklediğinde kafamı olumlu anlamda salladım ve gülmeye başladık. Araba durduğunda Altay arabadan indiği gibi, benim kapımı açtı. İndiğimde büyük bir resturantla karşılaştım. Altay yürümem için yol açtığında girişe doğru yöneldik. Kapıda bizi bir görevli karşılayıp, altın sarısı renginde bir masaya götürdü. Siyah, üzerleri altın sarısı desenlerle kaplı sandalyemi, Altay oturmam için geriye çektiğinde oturdum. Kos koca restoranda; Altayla ben, yaşlı bir çift ve birde anneli babalı, çocuklu bir aile vardı. Kısaca üç masa doluydu.

Menüler geldiğinde odak noktam yemekler oldu. Yuh lan. Bir salata 40 lira olurmu. Tabi ki de bu lokanta dolup taşmaz. Hangi yemeği sipariş etsem diye düşünürken tercihimi balıkgillerden Ay Balığını seçtim. İçecek olarakta acılı şalgam sipariş ettim. Ne bekliyordunuz içki içmemi mi. Bir kere balık denildimi, acılı şalgam mutlaka olacak. Babamla hep böyle yerdik. Altay da balık olarak levreği seçti içecek olarakta bir viski ve de ikimiz için turp salatası sipariş etti.

"Siparişler gelene kadar iş konuşalım"
Dedim otoriter sesimle.

"Bak Nefes. Bizim için bu iş çok önemli. Bu işte çok kârımız olacağına eminim"

"Altay! Orası resmen aile merkezi. Orada insanlar hiç olmadıkları kadar mutlular. Sizin yaptığınız bu proje insanların mutluluklarını çalmak olur."
Dediğimde telefonundan bir dosya açıp önüme koydu.

"Orada gördüklerin bize verilen tapular. Yani anlıyacağın, onların mutlulukları ellerinde para olması"
Dosyalara bakarken, Altayın son söylediğiyle durdum.

"Her şey para demek değil. Şu lanet parayı bulan herif mezarında ters dönmüştür. Bu paranın varlığı ayrı dert, yokluğu ayrı bir dert. Bu tapularda ki insanları tanıyorum. Nuri amca; itler yüzünden evi yandı. Kızı yürüyemiyor. Tedavi masrafları, ilaçlar, evin gelir gideri... Paraları yok,ama sevgileri çok.
Nevzat abi; yatalak bir annesi, üçüz çocukları var. Karısı hapiste. Kıt kânat geçiniyorlar. Ama bir gün olsun para bokuna, ne evlatlarını bıraktı, ne annesini, ne de karısını. Nil nine; 96 yaşında, eşini aynı sizin gibileri gelip tehtit etmiş. Karşı çıktıkları için eşinin ayaklarını kesip köpeklere atıyorlar. Sonuç ise Ömer dedem 98 yaşında olmasına rağmen çaycılık yapıyor. Para alıyormu, hayır. Yani bunların verdikleri tapu, ya ihtiyaçtan, tehtitten veya ısrar sonucu, kandı-"

"Tamam Nefes. Haklısın ama biz ötekiler gibi değiliz. Onlara ev vereceğimizi söyledim."
Sözümü bu sözleriyle kestiğinde yemeklerimiz gelmişti.

Yemeğe başladığımızda,sonuçun ne olduğunu sormak için ağzımı açtığım da o benden önce davrandı.

"Nefes yemek yerken konuşmayı pek sevmem. Kahvelerimizi içerken konuşalım"
Dediğinde kaşlarım çatılsada, onu haklı buldum.

Aradan geçen yarım saat sonra yemeğimizi yemiştik. Sanırım yediklerimiz fazla ağıra kaçmış olacak ki, kolumuzu kaldıracak halimiz yoktu. Kahve iyi gelir demiştik fakat daha felaket olmuştu. Kafam felaket dönüyordu, Altayın da benden kalır hâli yoktu. Kafasını eliyle ovuşturup duruyordu. Görüşüm bulanmaya başlamıştı. Dilim uyuştu diyebilirim. En iyisi yüzümü yıkamak. Zaten Altayla ben kaldık restoranda. Saat en son baktığım da 01:24 tü. Ayağa zar zor kalktığımda neredeyse yere düşüyordum. Son anda sandalyenin kenarını tuttum.

"Nereye Nefes."
Dediğinde elimle lavobaya giden yolu gösterdim. İki-üç adım ya attım ya atmadım, kafam da sanki bir pervane dönüyormuşcasına dönüyordu. Ben ne olduğunu anlamadan, boşluğa düşmüşcesine yere kapaklandım. Gözlerimin izin verdiği kadar açık tuttum. Altay ayağa kalkmış bana doğru gelecekken o da yere düştü. Gözlerime perde gibi inen göz kapaklarım görüşümü kapattı. Tek hissettiğim birinin beni kuçaklıyor olması....

***

Yüzümde hissettiğim ıslaklıkla gözlerimi açtım. İlk başta herşey bulanık olsada sonradan netleşmeye başladı. Beyaz bir tavan beklerken, küflü bir tavanla karşılaştım. Kafamı kaldırıp elimle gözümü ovuşturacakken, kolumun bağlı olduğunu gördüm. İpten kurtulmaya çalışırken başımı sağa çevirmemle dona kaldım. Altayıda bağlamışlar fakat yüzü kan içerisindeydi.

"ALTAY! LANN. UYANSANA!!"
Diye bağırdım. Kafasını hafif kıpırdattığında uyanık olduğunu anladım. Şimdi sıra bizi kimin böyle bağladığında.

"NERDESİNİZ LAN PUŞTLAR. SİZ KİMİ BAĞLADIĞINIZI SANI-"
Bağırmamla başıma ağrı saplandı. Ah! Çok felaket ağrıyor. Islaklığı tekrar hissetmemle kafamı yukarı kaldırdım. Tavandan akan kirli su yüzümü kirletmeye yetiyordu.

Kafamı öne doğru sarkıtıp ağrının geçmesini bekledim fakat daha da artıyordu. Acıyla bağırmaya başladım. Tarifi büyük bir acıdan ibaret. Gözümü kapatıp bağırmaya devam ederken, elimi sıkıyordum. Fazla sıkmamım sonucu tırnağım etime batmış ve kanıyordu. Bir anda iplerim çözülüp yere düştüm. Düşmemin arkasından kafam betona çakıldı diyebiliriz.

Görüş alanıma iki çift ayak dikilidiğinde, çömelip dağılmış ve önüme gelen bir tutam saçımı kulağımın arkasına doğru itekledi. Elini çektiği gibi yüzüme okkalı bir tokat atmasıyla gözlerim kapandı...

***

Çığ gibi yükselen haykırışlar, yalvarmalar, küfürler, silah sesleri. Hepsi bir çığ gibi büyüyordu. Rahatsız olsamda gözümü açıcak halim yoktu. Her yerim karıncalanmıştı. Son bir gayretle gözümü açtım. Küflü tavanın aksine, bembeyaz bir tavanla karşılaştım. Bir fark daha vardı, oturmuyor yatıyordum. Ama aynı kalan tek şey bileklerimden duvara bağlı olmam. Köpekmişim gibi duvara zincirle bağlanmıştım. Yataktan doğrulduğumda ayağımda bileğimden duvara bağlıydı. Ah! Lanet olsun. Kaçırıldım lan. Kaçırıldık. Altay yanımda yoktu.

"ÇÖZÜN LAN BENİ! SİZ HANGİ KEVAŞENİN İTİSİNİZ LAN!"
Bağırıyorum ama kimsenin geldiği yok. Elime aldığım su bardağını kapıya fırlattım. Su dolu sürahiyi de kapıya fırlattığımda, kapı açıldı ve sürahi içeri girenin karnına isabet etti. O yerde kıvranırken, iki kişi yerde yatanı kolundan tuttukları gibi geri çektiler. Kapı açık kalmıştı. Hızla açık kapıya gitmeye çalıştım fakat zincirler buna engel oldu. Tekrar yatağa oturduğumda, belimi duvara yaslayıp dizimi çenemin altına çektim.

Altaya noldu acaba. Hangi beyinsiz kaçırdı bizi. Hiç bu kadar çaresiz kaldığımı hatırlamıyorum. Buradan kurtulduğumda ilk işim o itin kellesini gövdesinden ayırmak olacak.
Buradan nasıl kurtulacağımı düşünürken içeriye iki kişi girdi. Birde sürükleyerek getirdikleri...
Hayır bu..

"ALTAY! NAPTINIZ LAN. ŞEREFSİZLER"
Sürükliyerek getirdikleri Altaydı. Yüzü resmen kanla boğulmuş. Baygındı. Elleri, ayakları bağlıydı. Ayağa kalkıp Altayın yanına gitmeye çalıştım. Beceremeyince kolumla, arkada bağlı olduğu elinin ipinden asılmaya başladım. Gram kıpırdamıyordu.

"Altay!... Uyansana"
Dedim fakat uyanmıyordu. Bağlı olmayan elimide kullanarak Altayı çekmeyi başardım. Dizimin üstüne başını koyup yaralarına bakmaya başladım. Kaşları, dudağı patlamıştı. Gözleri morarmıştı. Elimle kanlarını silerken, kapı tekrar açıldı giren kişiye bakmak için kafamı kaldırdım.

"Sen.. Tahmin etmeliydim. Bizi kaçıran şerefsizin sen olduğunu"
Dediğimde piç gibi sırıttı.

"Sana söyledim Nefes. Her bir hatanda burnunun dibindeyim"

İŞTE BÖLÜM GELDİ. SİZCE NEFESİ VE ALTAYI KİM KAÇIRDI. İPUCUNU SONLARDA VERDİM. YORUM VE VOTE BEKLİYORUM.

♣BU KIZ MAFYA♣ (ARA VERİLDİ)Where stories live. Discover now