Dokunmak istiyordum. Eşsiz bir sanat eseri görüp de dokunmak isteyen insanlar gibi hissediyordum.

Savaş kesinlikle hipnoz etkisi yaratan bir sanat eseriydi.

-'Güzel kokuyorsun.'

Hazırlıksız yakalanmıştım iltifatına.

Benim hep onun için düşündüğüm şeyi, o benim için dile getiriyordu.

Savaş'ın benim kokumu güzel bulması gurur verici hissettirmeliydi ama ben uyuşmuş gibiydim ya da kışın ortasında sıcak yer bulmuş mayışık bir kedi gibi de olabilirdim.

Bu rahatlama hissiyle konuşamıyordum bile, o da anlamış gibi devam etti.

-'Bütün çiçeklerin karışımı gibi, en çok da yasemin, rahatlatıcı bir koku.' Dedi sakin sesiyle.

-'Öyle bir parfüm kullanmıyorum.'

Hatta parfüm bile kullanmıyordum ama beni bakımsız biri olarak görmemesi için ucu açık bir yanıt vermiştim.

-'Biliyorum, bu koku senin tenine özel.'

-'Öyle mi?' Uyuşukluğum kendini heyecana bırakmış, kalbimin ritmi değişmiş ve yanaklarım alev alırcasına ısınmıştı.

Kontrollü yanım üzerindeki örtüyü başına kadar çekmiş, derin bir uykuya dalmıştı.

Savaş'ın yüzünü görmek için başımı kaldırdım.

-'Öyle.' derken üst dudağı arsızca kıvrıldı.

Arsız Savaş kesinlikle düşünceli ve sert Savaş'tan çok daha iyiydi.

Dudaklarımı dişleyerek gülmeye başladım.

-'Rahat ol. Gülerken bile kendini kasıyorsun.' Diyerek parmaklarını dudaklarıma götürdü, dişlerimin arasına gömülmüş dudaklarımı yavaşça özgür bıraktı.

Ellerini çektikten sonra başımı eğip, omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamaya başladım.

Duygulanmıştım, ailemi, eski hayatımı, yaşadıklarımı hatırlamak, hiç bilmediğim bir yerde olmak ve bir yabancıyla evlenmek bana çok ağır gelmişti. Bir anda tüm acılarım film şeridi gibi önüme serilmişti.

Savaş çenemi kaldırarak 'Niye ağlıyorsun?' diye sordu.

Yaşlı gözlerimle, delici kahverengilerine baktım.

-'Yaşadıklarım ağır geldi.'

Yaşlar ardı ardına gözlerimden akıp, yüzümü ıslatıyordu. Savaş'ın karşısında zayıf olmak, güçsüz görünmek istemiyordum ama kendimi bir türlü frenleyemiyordum.

Savaş bana iyice yaklaşıp, hafifçe eğildi. Yüzümü iki avucunun içine hoyratça alıp dudaklarını dudaklarımı sürttü.

Daha ben ne olduğunu anlayamadan sertçe alt dudağımı ısırdı.

Fiziksel acının getirdiği dinçlikten, haz alarak inledim.

Refleksle araladığım dudaklarımı hırsla öpmeye başladı.

Diliyle ısırdığı yerde oluşan kanı dudaklarımın çevresine dağıttı.
Ağzımın içine giren dili seri hareketleriyle benimkini okşuyor ve kanın metalik tadını ağzımın her köşesine dağıtıyordu.

Bundan aşırı zevk almaya başlamıştım.

Savaş dudaklarımı emiyor, sonrasında dillerimizi sürtüştürerek vücuduma zevk dalgaları yolluyordu.
Tahrik olmuştum.

Bacak aram karıncalanıyordu.

Patlayan alt dudağımın acısı beni sanki mümkünatı varmış gibi daha da tahrik ediyordu.

Savaş'a acemice karşılık vermeye çalışırken dayanamayıp, ağzının içine sesli bir şekilde inledim.

Savaş inlememle birlikte derin nefesini ağzıma vererek, gözlerimi kapatacak derecede kendimden geçmeme sebep oldu. Sanki nefesi tüm vücuduma yayılıp seks çağrısı yapıyordu.

Tanrı aşkına bana ne oluyordu?

Dizilerde, kitaplarda bahsi geçse de bana hep saçma gelmiş 'İstekli bakire' mitinin gerçek hayattaki uyarlamasına dönmüştüm.

Bu inanılmaz bir deneyimdi!

Daha fazlasını isteyen bedenimi durdurmak çok zordu ama Savaş sadece ağzıma odaklanmıştı. Bu mantığıma göre iyi, bedenime göre kesinlikle kötü bir durumdu.

Dokunuşlarına her ne kadar muhtaç olsam da bunu belli etmedim.

Nefessiz kaldığımı fark ederek ondan ayrıldım.

-'Dudaklarının tadı tam da tahmin ettiğim gibi.' dedi dolgun dudaklarını yalayarak.

-'Nasıl yani?'

- 'Leziz.'

-'Seninkiler de öyle.'
Bunu söylerken utanmıştım.

Biraz önce ne kadar da ateşli öpüşmüştük öyle!

Az önce daha fazlası için yalvaran, hormonların etkisi altındaki vücudum ve zihnim kendine gelmeye başlamıştı.

Savaş'a yaramaz bakışlarımı yollarken konuştum; 'Kocam beni yoldan çıkarıyor!'

KALBİNİ BANA VERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin