Two!

36 11 2
                                        

Odaya sessizlik hakimdi. Jisoo, karşımdaki sandalyede oturuyordu ve yüzünde sakin bir ifadeyle gözlerime baktı. "Unuttun." dedim sert bir tonda. Derin bir nefes aldı, bakışlarını kaçırdıktan sonra dudakları kıvrıldı. "Hayır, unutmadım."

Kaşlarımı çattım. "Hayır. Unuttun." Yüzündeki gülümseme artık orada zor duruyormuş gibiydi, gergin bir şekilde parmaklarını birbirine kenetledi. Başını yere eğerek "Hayır, sadece... sonra söyleyecektim." diye titrek bir sesle mırıldandı.

Sinirle öne doğru eğildim, gözlerinin içine bakarak daha da sert bir tonlamayla "Söylemedin." dedim. Bakışlarını çekingen bir ifadeyle gözlerime çevirdi, "Şimdi söylüyorum işte." diye neredeyse fısıldar gibi konuştu.

"Geç kaldın." dedim titrek bir sesle. Bir anlık sessizlik oldu, "Beni unuttun." dediğimde yüz ifadesinde oluşan kırgınlığı gördüm. Omuzları düştü. "Hayır... Seni değil."

Birbirimize baktık, nefes seslerimiz sessiz odada duyulan tek şeydi. Derken Jisoo yüksek sesli bir kahkaha atarak elini karnına koydu ve öne doğru eğildi. Kollarımı karnımda bağlayarak arkama yaslandım. 

"Ah, gözlerini öyle dikince çok korktum." dedi kahkahalarının arasından. Rolden bu kadar çabuk çıkabilmesi inanılmazdı. Ben rolden çıkana kadar bir süre geçmesi gerekiyordu.

"Bir de herkesin önünde yapabilsem..." Somurttuğumda Jisoo bir elini omzuma atarak destek verir gibi hafifçe vurdu. 

"Sahnede konuşabilsen bütün hocaların favorisi olursun, ciddiyim." dedi. Beni teselli ettiğini zannediyordu ancak hiç de öyle değildi. Hayatım boyunca hiç utandığım bir an bile olmamışken sahneye çıkınca bildiğim her şeyi unutuyordum, sanki zihnime beyaz bir örtü örtülüyor gibi oluyordu. Böyle devam ederse birkaç dersten kalacağıma emindim. Hangi oyuncu sahneye çıkar ve yalnızca dururdu?

"Dediğim gibi gerçekten oyunculuğunu çok seviyorum. Biraz özgüvenli olman lazım sadece."

"Evet, fark ettim." dedim dalga geçer gibi ancak Jisoo bunu anlamadı. Gülümseyerek bana yaklaşıp kısaca sarıldı, sonra ayağa kalkıp sandalyesini yerine geri koydu.

"Bu güzelliğin şimdi hazırlanması gerekiyor." diyerek saçlarını savurdu. "Bir randevusu var da." 

"Bu yüzden mi bu kadar güzel kokuyorsun?" diye sordum tek kaşımı kaldırarak. Bütün oda çiçek kokuyordu, ben pencereyi açana kadar öyle yoğundu ki hâlâ burnum ağrıyordu. Jisoo gözlerini kırpıştırarak bana öpücük attı. 

"Ben her zaman güzel kokuyorum zaten." Dolabından bir elbise alarak bana döndü. Elbiseyi üzerine tuttu ve "Nasıl?" diye sordu. "Yeni ayakkabımla kombinlemek için almıştım, güzel mi?"

Siyah, mini bir elbiseydi. Askılarında pembe taş süslemeler vardı. "Aynısından Jennie'nin de vardı." dedim istemsizce. Jisoo gözlerini genişleterek bir elbiseye bir bana baktı.

"Onun ne giydiğini hatırlıyor musun?"

"Görsel hafızam iyidir." diyerek omuz silktim. Somurtarak elbiseyi yatağının üzerindeki kıyafet yığının üstüne fırlattı, böyle yaptıysa bir daha asla dolabına girmeyecek demekti. Her gün masadan yatağa ve yataktan masaya taşınacaktı. Bu dağınıklığa uzun zamandır maruz kaldığım için alışmıştım ancak güzelim kıyafetler için üzülmeden edemiyordum. Yalnızca orada benim yazlık ve kışlık kıyafetlerimin toplamından daha fazla kıyafet vardı.

"O çatlakla aynı elbiseyi giymektense çıplak gitmeyi tercih ederim." diye kendi kendine mırıldanırken başka bir elbise çıkardı. Biraz döndürüp inceledikten sonra yatağın üzerine fırlattı. Aynı şeyi birkaç kıyafette daha yaptıktan sonra en sonunda beğendiği bir şey bulmuş gibi "İşte bu!" diye neşeyle bağırdı. Bana doğru dönüp elbiseyi üzerine tuttu.

Oops, Sorry For Weird!Où les histoires vivent. Découvrez maintenant