Mukan Kağan - 3

262 30 7
                                    

Aklı gece boyunca Çinli prensese gidip durmuştu. Mete Han ile görüşme şansını kaybetmişti. Belki ayrılmadan evvel şansını deneyebilirdi. Ama en azından Çinli ile konuşabilirdi, annesini bir şekilde ikna edebilirdi. Ağabeyi İrnek acaba Çinli hakkında ne düşünürdü diye merak etmiyor değildi. Daha fazla gecenin ilerlemesini beklemeden dışarıya çıktı. Geceler artık iyice soğumaya başlamıştı. Sürülerin bir araya toplanıp, hazırlıkların tamamlanması ve artık kışlık yere doğru göçün en yakın zamanda başlaması gerekiyordu. Bu kengeş çok uzun sürmeyecekti anlaşılan, yoksa göç daha sıkıntılı geçerdi. Şimdiden bile geç kalmış olabileceklerini düşünüyordu. 


Annesi daha uyumamıştı. Çinli kadın sıkıca bağlanmıştı, ama gücü yerine gelmesi için bir sürü de yiyecek konmuştu önüne. Hatta çoğu insanın şölende yiyemeyeceği kadar yiyeceğin bu esir için heba edildiği bile söylenebilirdi, ama boy beyi olan babasının bir bildiği vardır diye düşündü. 

Annesi, oğlunun içeri girdiğini en başta fark etmemişti. Bir şeyler mırıldanıyordu. Umay Ana'ya sesleniyor olmalıydı. Hamile kadınları ve küçük kadınları koruduğu düşünülen bir tanrıçaydı Umay. Annesine artık kendisinin büyüdüğünü ve Umay'ın onu korumayacağını söylemek istedi, ama annesinin daha da üzülmesinden endişelendiğinden bir şey demedi bu konuyla ilgili. 

"Sana küçükken anlattığım hikâyeyi hala hatırlıyor musun, Mukan?" diye sordu birden annesi. Mukan'a o kadar çok anlatmıştı ki, ezbere biliyordu artık. Bu yüzden ezberden anlattı. 

"Umay Ana'nın Kuşu Kumay gökte yükselir. Kiminin üzerine konar ve onun talihini artırır. Kuşu yakalamak imkânsızdır. Yakalansa bile yanıp yok eder bedenini, ama daha sonra küllerinden yeniden konar. O yüzden talihin kime konacağını kimse bilemez, sadece Umay'a Huma*'yı bize de gönder diye dilemekten başka yapacak bir şeyimiz yoktur." 

"Bu yüzden her gün Umay'a seslendim. Oğullarım için yakardım. Ama talih kuşunu o da yönlendiremiyor, kuş özgürce istediği kişiye gidiyor." 

Annesinin kendisini avutmak için bir yol bulmaya çalıştığını anlayabiliyordu. Oğlunun beklenmedik ölümünü kabullenmekte zorlanıyordu. Güçlü durmaya çalışıyordu, ama Mukan annesininaslında ne kadar kırılgan olduğunu biliyordu. O hassas yüreğini herkesten saklardı, Mukan'dan ise hiçbir zaman saklayamamıştı. 

"Neden geldiğini biliyorum. Bir süre burada kalabilirsin. Ama ben de başına duracağım. Çünkü sorumluluk bana verildi" dedi annesi Mukan'a. Oğlunun her zaman ne yapmak istediğini bilirdi, şu an için de bu değişmemişti. 

Mukan annesine teşekkür ettikten sonra Çinli esire yaklaştı. Ona da tüküreceğinden çekiniyordu, ama kadın yorgun gözleriyle yere bakıyordu sadece. Bu kadın da onu çeken bir şey vardı, ama bir türlü idrak edemiyordu ne olduğunu. 

Kadın birden gözlerini kaldırdı ve Mukan'a doğru bakmaya başladı. Bir süre sessizce birbirlerine baktılar. Ardından kadın yine bir şeyler demeye çalıştı. 

"Sen... Kötü..." 

Kadının gözlerinde bir ateş vardı sanki. Gördüğü şey Tamu muydu yoksa? Tamu alevlerle kaplı olduğu söylenen sonsuz acının yaşanacağı bir yerdi. Oraya gitmeyi hak edecek bir şey yapmamıştı ki. Ağabeyi orada mıydı yoksa? Ama bu da imkânsızdı, daha Uluğ Sığış denilen son gün gelmemişti. 

"Sen... Kötü... Kötü... Kötü" demeye devam ediyordu esir kadın. 

Oğlunun kötüleşmeye başladığını fark eden annesi kadını ittirdi ve oğlunu da sarstı kendisine gelmesi için. 

"Seni etkilemesine izin verme. Mete Han'ın atası Teoman bile bunların büyüsüne kapılmıştı, unutma. Bu kadar yeter, çıkıyorsun buradan. Babana bahsetmeyeceğim buraya geldiğinden, yoksa ikimiz de biliyoruz ki bundan hoşlanmayacaktır." 

Mukan soğuk havaya çıktığında ürpermişti. Hava daha da serinlemişti. Hala kadının etkisindeydi, bu bir büyü olmalıydı. Efsunlanmıştı. Üzerine bir lanetin yapılmış olabileceğinden korkan Mukan, hemen şamanın yanına gitmeye karar verdi. Hilal şeklini uzaktan görüyordu zaten. Gecenin ışığında sanki hilalin ikizi yere konmuş gibi görünüyordu. Ama asıl şaşırtıcı olan gecenin bu en karanlık anlarında genelde pek ayakta olmayan şamanın onu bekliyor olduğuydu. 

"Geldin demek, Mukan. İçinde atmak istediğin bir sıkıntı mı var yoksa?" 

İkisi şamanın yurduna girdiler. Oldukça dağınıktı içerisi. Otlar bir tarafta, üzerine şekiller çizilmiş bez parçaları başka bir taraftaydı. İçeride her zamanki gibi keskin ve garip kokular vardı. Her seferinde daha farklı bir koku oluyordu. Bu seferki tanıdıktı, ama çıkartamamıştı. 

"Baban İrnek'in ilk ata bindiği anı hep gururla anlatırdı. Ona ilerisi için yardımcı olacak verebileceğim bir şey var mı diye sormaya gelmişti o küçükken. Sen daha doğmamıştın, ama doğumuna çok az kalmıştı. Ona yiğitlere yardımcı olması için dünyamıza gönderilen uçan bir attan bahsetmiştim. Rüzgârdan daha hızlı koştuğu söylenen bu efsanevi atların asıl özelliği uçabiliyor olmalarıydı. Bu atlardan bir tanesini oğlu İrnek için yakalamak istemişti. Tulpar derler demiştim bu atlara. Onları bulamayacağını açıkladım, çünkü bu atlar ne zaman birisi onlara yaklaşsa kanatları kaybolurdu. Baban ne yaptı peki biliyor musun? Dört bir yana en güvendiği kişileri gönderdi ve civardaki tüm vahşi atların tek tek belirlenmesini istedi. Sonuç olarak çok hızlı koşan bir at bulunmuştu ve arzu ettiği gibi olmasa bile onun bu tulpar denilen atların soyundan gelmiş olabileceğine inandırdı kendisini. Sonra da bu atı İrnek'e hediye etti, tam da senin doğduğun gün ve İrnek hiç düşünmeden o atı kendisine değil kardeşine vermesini rica etti babasından. Neden diye sorduğunda ise kendisinin bir atı olduğunu, ama yeni doğan kardeşinin bir atının olmadığını, olacaksa da en iyisi dururken başkasını aramaya gerek olmadıklarını söyledi." 

Mukan her zaman atının neden diğerlerinden daha farklı olduğunu merak ederdi. Ağabeyinin onun için yaptığı bu şeyi kimse ona anlatmamıştı. Şamanın neden bu anıyı da anlattığının farkındaydı. 

"Ben Tamu'ya mı gideceğim?" diye sordu Mukan şamana. 

Şaman bir şey demedi, yanıt aslında ortadaydı. Bir şey demeye gerek bile yoktu. 

"Ne yapmam gerektiğini biliyorum" diye konuştu Mukan bunun üzerine. 

"Ben özgür iradeye karışamam, Mukan" dedi şaman ve yuvasından ayrılan bir kartal misali karanlığa karıştı. Mukan'ı pişmanlığıyla baş başa bıraktı.


Sözlük

Huma- Kumay veya Umay kuşu. 

Mukan KağanWhere stories live. Discover now