"Dışarı çıktın ve... ne? 300 kilometreyi yürüdün mü? Otostop mu çektin? Bu tarafa gelebilecek birilerini buldun mu cidden?" Yine durakladı. Söylemediği bir şeyler vardı ve meraklı tarafım giderek daha çok uyanıyordu.

"Yanıma, çıktığımda biraz nakit almıştım bir kamyon görünce yolunun üstü olmasa da biraz yolundan çıkabileceğini söyleyip rüşvet verdim." Tekrar kaşlarımı kaldırdım.

"Paranın tamamını falan mı verdin?"

"Tanrı aşkına Cole, ne fark eder ki kamyoncuların çok kazancı varmış gibi birkaç onluğu kabul etmeyecekler sanki." Gözlerimi kısarak baktım. Hala bir şeyler eksikti. Bir süre bana bakıp "ne var?" dercesine kafasını salladı. "Ee? Bitti mi?"

"Hayır." Asıl sorumu sormamıştım. Cevabından hala korkuyordum. Yutkunduktan sonra sözcüklerin ağzımdan çıkmasına izin verdim.

"Steve'le... ne oldu?" Sorumla beraber gitmek için hazırlandığı için hafifçe arkaya dönen vücudu, öne dönerek tamamen kasıldı ve yutkunurken tükürüğünün geçtiği yeri fazlasıyla net gördüm. Birkaç saniye geçmiş olmasına rağmen hala yanıt vermiyordu. "August." Gözlerini kırpıştırdıktan sonra derin bir nefes aldı.

"Beni... beni yanına yalnızca sinirimi bozmak için çağırmıştı ben de kontrolü kaybettim." Yutkundum. Gitmeden önce sürekli gerçekleşmesinden tedirgin olduğum şey olmuştu. Kontrolü kaybetmişti.

Ama farklı bir şey vardı. Ne olduğunu basitçe anlatırken bile acı çekiyormuş gibi görünüyordu. Saniyelerce nefes alıp verirken birbirimize bakmayı sürdürdük. Onu baştan aşağı inceledim. Tedirginlikle titreşen kirpiklerini, binlerce duyguyu gizleyen ela gözlerini ve hafifçe aralık dururken ağzından çıkacak sözcüklere engel olan ince dudaklarını. Omuzlarında her zaman oraya aitmiş gibi duran deri ceketini, ona bol gelen siyah ve eskimiş kot pantalonu... Tanrım, onu özlemiştim.

Ben de kontrolü böyle kaybediyordum işte.

"Cole, ben... gerçekten gitmeliyim." Nefes alış verişlerim hızlandı. "Tanıdık birilerinin beni görmesine izin veremem ben... hoşçakal." Hala cümlelerinde acı vardı. Arkasını dönerken hala öylece ona bakıyordum. Bir ara arkasına dönüp dönmemek konusunda tereddüt ettiğini gördüm ama dönmedi. Normal şartlar altında tepkisiz yürüyüp gitmesini izleyemeyeceğimi bilmesi gerekirdi, ama şu an bilmemesi tabii ki avantajımdı.

 Çalıların arasına daldığında ses çıkarmadan takip edemeyeceğimi biliyordum, bu yüzden iyice uzaklaşmasını beklemeye karar verdim.

Bir süre beklediğimde fazla uzaklaştığından endişelenmeye başlamıştım çünkü çalılığın sonunun nereye çıktığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Sonunda derin bir nefes alıp ellerimi silkeledim ve hızlı adımlarla öne atıldım. Çalılardan geçerken yüzüme değen otlar yüzümü tahriş ettiği için yüzümü buruşturdum.

Tam olarak orman gibi değildi, sık ağaçlar, sararmış otlar ve orta büyüklükte çalılar vardı. August'u görememiştim bu yüzden adımlarımı hızlandırdım. Yaklaşık 10 dk sonra onu kaybettiğim için aptal olduğumu düşünmeye başlamıştım ki, çalıların azalmasıyla ileride hızla ilerleyen bir silüet gördüm. Büyük bir rahatlamayla adımlarımı hızlandırırken, onu biraz daha net görebileceğim bir mesafaye geldiğimde tekrar hızımı yavaşlattım ve hızımı korudum.

Bu düzeni tutturalı kısa bir süre olmuştu ki otların bitmek üzere olduğunu fark ettim. Gelen motor sesleriyle kafamı kaldırıp baktığımda August'un otoyolun kenarına geldiğini gördüm. Demek ki burası otoyola kısa yoldu ve August eve yakın görülmemek için burayı kullanmıştı. Mutlaka bu yolu en az bir kere test etmiş olmalıydı. Ama ne zaman?

After Decisions (GAY)Opowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz