Bölüm 29. Geriye Dönen İyilik

963 121 134
                                    

Bölüm 29. Geriye Dönen İyilik

Yaşamak bu yangın yerinde

Her gün yeniden ölerek

Zalimin elinde tutsak

Cahile kurban olarak

Ataol Behramoğlu 

Barış Diri/ Derinden

İçimizde yanan kaç yangını söndürmüştük bugüne kadar? Kaç yangın bizi kül edip savurmuştu da biz o küllerden yeniden doğmaya çabalamıştık? Elbette bazen sadece çaba olarak kalıyordu.

Yeniden doğmak kelimeye döküldüğü kadar kolay değildi. Bir meyve ilk etapta hamdı, güneşin yakıcı ışıklarını içine hapsederek olgunlaşırdı. Biz de acılarımızı bir güneş ışığı gibi içimize çekerek olgunlaşmıştık. 

Bir kadının yeniden ayağa kalması için elbette kimseye ihtiyacı yoktu. İçimizdeki kutsal güç ve cesaretle yapamayacağımız şey yoktu. Ancak benim küllerimden sıyrılmam, kocamın o külleri üfleyerek üzerimden almasıyla kolaylaşmıştı. Bu hayatta işinizi kolaylaştıran bir insan varsa şanslıydınız. 

Bir aşka vuran güneş kolayca batmıyordu. Benim aşkımın güneşi onu görür görmez kalbimde doğmuş, gözlerimde parlamıştı. Ona olan aşkımın güneşi ne yaz mevsimi gibi yakıcı ne de kış mevsimi gibi yalancıydı. Ona olan aşkımın güneşi baharda doğan güneşin tenimizi ısıtması, hafif esen meltemle ruhumuza dolanması gibiydi. İçimize dolan neşe ve huzurdu.

Hem aşktan yana hem de dosttan yana yüzümün güldüğünü düşünürken evi toparlıyordum. Kırlentleri birbirine çarparken onları Fatih ve Gürbüz abinin kafaları gibi düşünüp sırıttım. Kötülükse biz de kötüydük işte. 

Evi havalandırmak için açtığım pencereden birinin yaklaştığını duydum. Kafamı eğip baktığımda ise Peri'nin hantal adımlarını gördüm. Koşarak kapıya gidip açtığımda daha tıklamadığı için şaşırdı. 

"Tazı gibi kokumu mu aldın dut tanem?"

"Haneme yaklaşanları kartal gibi keskin gözlerle uzaktan seçiyorum Peri'm. Hoş geldin, ne iyi ettin kalbim şenlendi."

"Hoş buldum minik kumru. Erkek kumrunun işte olduğunu düşünüyorum."

"Evet evet karakolda o, geç içeri."

Peri ayakkabılarını çıkarıp artık birkaç kez geldiği için aşina olduğu evimin içine doğru yürüdü. 

"Hemen iki kahve yapayım da kırk yılımız daha olsun."

"Sen de bizi ölümsüz yapacaksın iyice Piraye Hanım?"

"Aman kazık kakacak değiliz ya? Bizim de vaktimiz dolacak elbet bir gün."

"Öyle mi dedim kas kafalı! Sus ağzından yel alsın. Nerede bu kahve ben koyarım?" diyerek sinirlenip mutfağa doğru dönelince arkasından kıkırdadım.  Ölüm hep ensemizdeydi ama söyleyince bozuluyorlardı işte. Allah bize emanet bu canı elbet bir gün alacaktı. Misafirdik bu bedende.

Ölümden korkmuyordum, yaşayamadıklarımdan korkuyordum sadece. Mesela kocamla gönlümce vakit geçirememiştim daha. Sokaklara adımlarımızı işlememiştik, ilk kavgamızı yapmamıştık, daha gönlümü almasına bile gerek kalmamıştı. Bitmiş bir hikâyeden değil, yarım kalmış bir hikâyeden korkardım.

Pamuk ŞekerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin