talih kuşu

133 24 20
                                    

Abimle konuştuktan sonra iyice karalara bağlamıştım, evime gelen Felix ve Seungmin bile beni neşelendiremiyordu. Özür dilemek istiyordum, "aptalım o kadar aptalım ki senin için çok önemli olan bir şeyi mahvettim." diye ayaklarına kapanıp özür dilemek istiyordum. Ertesi gün okul çıkışı gittiğimiz kafede durgun bir şekilde oturuyor, gözlerimi önümdeki kahveden ayırmıyordum.

"Hanji, böyle olmaz." dedi Felix masanın üstündeki elime uzanarak. İlk kez onu böyle endişeli görüyordum, belki de ben de ilk kez bu kadar durgun olduğum içindi.

"Yanıldınız, halledemiyorum. Yapamıyorum işte, aptal bir velet yüzünden tüm çalışması boşa gitti ve ben bunu düzeltemiyorum." dedim iç çekerek. Ağlamayacaktım ama nefesim titriyordu bunları söylerken. Seungmin bile diyecek bir şey bulamıyordu, susmuştu sadece.

"Bu kadar yüklenme kendine lütfen." dedi Felix."Seni böyle görmeye ben de Seungmin de dayanamıyoruz. Hırpalıyorsun kendini, baksana resmen güçten düştün."

"Felix haklı, bugün de yediğin bir parça ekmekten öteye geçmiyor." dedi Seungmin. "Böyle Minho hyunga yardım-"

"Öbür türlü yardım edebilecek miydim sanki?" dedim sesimin titrememesine özen göstermeye çalışırken. "Yok işte, olmuyor bitti. Beni asla affetmeyecek ve haklı da."

İkisi de sustu, bir süre susarak oturduk. Ne onlar bir şey söyledi ne de benim konuşmaya yüzüm oldu zaten.

🗽

Umutsuzluk içerisinde geçen birkaç günden sonra Seungmin'in beni güçlü bir şekilde sarsmasıyla toparlanmış ve tekrardan düşünmeye başlamıştım. Günlerce kafa yordum, belki bir çıkış yolu vardır diye. Çözüm bulana kadar da en yakın dostlarım aldığım renkli kartonlar olmuştu, stres atmak için kağıt yıldızlar yapıp duruyordum ve koca bir kavanozu doldurmuştum. En sonunda her nasıl olduysa talih kuşu kafama konmuştu, yine bir okul günü dolapların orada konuşulanlara şahit olmuştum.

"Tüm emekler suya düştü ya, ona yanıyorum ben!" dedi Yeonjun sinirle dolap kapağını kapatırken. "Birden sergiden çekilmek nedir ya."

Soobin Yeonjun'u rahatlatmaya çalışırken dolabımla ilgileniyormuş gibi yaparak konuşmalarını dinlemeye devam etmiştim.

"Başkasını bulamaz mı baban? Eminim bir heykeltraş vardır, satın alsa ya." dedi Soobin.

"İmkansız, serginin orta yerinde sergilenecek bir heykel istiyor. Çok iyi olmalı ve babam kolay kolay beğenen bir insan da değil. İki hafta kaldı şunun şurasında ve tanıdığı tüm heykeltıraşlar yarın yapılacak sergiye çalışıyormuş. Serginin yüzü olacak bir heykel bu kadar kısa zaman kalmışken nasıl geri çekilebilir, aklım almıyor."

O an düşünmedim, bir saniye bile düşünmedim. Dolabımdan ayrılıp Yeonjun'un yanına gittim ve onun neden burada olduğumu sorgulamasına fırsat vermeden hızlıca konuya girdim.

"Bir heykeltıraş tanıyorum."

Yeonjun konuya hemen girmemle neden onu gizlice dinlediğimi sormadı bile, kollarını göğsünde bağlamış ve bana odaklanmıştı. "Dinliyorum."

"Bir tanıdığım var, oldukça yetenekli biri ve şu an bitmek üzere olan bir heykeli var. İzin verirsen yardım edebilirim, o sergiye çıkabilir."

"Peki sana nasıl güveneceğim?" dedi Yeonjun gözlerini kısarak.

"Güvenmek zorundasın. Bu kadar kısıtlı bir zamanda önüne böyle bir fırsat zor gelir. İstersen gelip kendin gör heykeli, babana göster ne yaparsan yap ama bir şans ver." dedim tek nefeste. Yeonjun ne kadar ciddi olduğumu anlamış olacak ki başını salladı.

"Babamla konuşacağım, haftasonu buluşalım." dedi Yeonjun ben de gülümseyerek onu başımla onayladım.

Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle koşarak sınıfa girdim ve kahkaha atarak kendi aralarında konuşan Seungmin ile Felix'in yanına geldim.

"Başardım! İnanamıyorum Seungmin sen yine haklıydın, başardım!"

"Ne? Nasıl?!" dedi Felix heyecanla, Seungmin ve kendi arasında bana yer ayırarak. Ayırdığı yere oturdum ve heyecandan titreyen ellerimi durdurmaya çalıştım.

"İnanamayacaksınız ama Yeonjun sayesinde başardım."

Aklımı kaçırmış olduğumu düşünüyor olabilirlerdi, boğazımı temizleyip hızlıca olanları anlattığımda Seungmin kocaman bir gülümsemeyle sarıldı bana.

"Sen harikasın Hanji!" dedi. Seungmin çok nadir böyle sevgi patlamaları yaşardı ve girdiğim şokla beni saran bedenine sarıldım. Felix de sırıtarak ikimize de sarılırken o an dünyanın en mutlu insanı olabilirdim. Seungmin ikimizi de yavaşça ittirdikten sonra lafa girdi.

"Emin misin? Sence o heykel sergiye alınabilir mi gerçekten?" dedi.

"Kesinlikle alınır, daha şimdiden bile çok zarif duruyor. Küçük detaylar, düzeltmeler, boya, cilalama yapıldı mı bu iş tamamdır."

"İki haftada biter mi ki?" dedi Felix.

"Biter ve bu sefer onu yalnız bırakmayacağım, neye ihtiyacı varsa gerekirse şehrin bir ucuna gider getiririm."

Yeter ki beni affetsin, diye geçirdim içimden.

O gün eve neşeli gittim ve Minho ile bu konuyu nasıl konuşacağımı düşündüm. Belki de hemen evine gidip haberi vermeliydim, ne kadar hızlı söylersem o kadar iyi olurdu sonuçta. Eve girdiğim gibi yeniden dışarı fırlamamla annemin seslenmesi bir olmuştu.

"Minho hyunga gidiyorum!" dedim. Uzun bir aradan sonra bunu söylemek o kadar iyi hissettirmişti ki yüzümdeki tebessüm kapısına gidene kadar hiç sönmedi. Asıl sınav şimdi başlıyor diye düşündüm, heyecandan ve stresten ellerim terliyordu. Islanan avuç içlerimi pantolonuma sürdükten sonra olduğum yerde bir iki volta atıp cesaretimi topladım ve zili çaldım. Bekledim, bekledim fakat cevap gelmedi. Bir daha çaldım, açana kadar buradan ayrılmamaya yemin etmişçesine. Yarım saat kadar bekledim ama hala cevap yoktu ve ben ısrarla zili çalmaya devam ediyordum. Endişelenmiyor değildim, evde değilse nerede olabilirdi diye kafa patlatıyordum. Kapının dibindeki merdivenlere oturup sırtımı duvara yaslarken o kapı açılana kadar burada kalacaktım. Bir saat geçti, iki saat geçti ve Minho hala gelmedi. İki buçuk saattir betona oturmaktan götüm düzleşmişti resmen ama o hala gelmedi. Kırkıncı kez esnediğim ağzımı kapattım ve en sonunda kendimi bırakıp tatlı bir uykuya daldım.

Ne kadar süre geçmişti bilmiyorum, bildiğim şey uyandığımda aralık ağzımdan süzülen salyaydı. Omuzlarımdan sarsılmasıyla uyandığımda karşımda nefes nefese kalmış bir Minho bulmayı ben de beklemiyordum. Saçları dağılmıştı, koşarak gelmiş olmalıydı ki bebek saçları ıslaktı. Üstünde onu saran siyah pantolon ve beyaz tişörtü deri ceketiyle kombinlemişti. Biraz dağılmış görünüyordu ama bu görünüşünün güzelliğind bir gram olsun zarar vermiyor aksine ona farklı bir hava katıyordu. Ha bir de alkol kokuyordu.

"Jisung, ne yapıyorsun burada?!" dedi gözlerindeki endişeyi yüzüme akıtırken. Uyku sersemliğinden kurtulmaya çalışarak elimin tersiyle çeneme süzülen ıslaklığı sildim ve sendeleyerek kalktım. Uyuşan ayaklarım beni yüzüstü bırakırken Minho onun üstüne sendelememle bir eliyle belimden tutmuş, diğer eliyle saçlarımı düzeltmişti. Omuzlarına tuttuğum ellerimi sıkılaştırıp onu hafifçe sarstım ve gülerek cevap verdim.

"Hyung sergiye çıkabilirsin!" dediğinde anlamsız bakışlarını bana göndermişti.

"Ne? Ne sergisi Jisung neden buradasın sen ve neden merdivende uyuyordun? Annen aradı beni, bana gideceğini söyleyip çıkmışsın ve üç buçuk saattir evde yokmuşsun. Kadın seni aramış ama haber alamayınca ne kadar endişelenmiş haberin var mı?"

Beynimin bulanmasının başka açıklaması olamazdı zaten, bir saattir uyuyormuşum kapının dibinde. Aptal aptal gülerken ona bakarak neşemi saçtım yüzünün her bir yerine dokunacak kadar somut bir şekilde.

"Hyung, beni dinlemen için geldim." dedim tek nefeste.

Minho iç çekti ve belimi bırakıp kapıya yöneldi. Elindeki anahtarı deliğe sokup çevirirken göz ucuyla bana baktı ve konuştu.

"Geç içeri, öğrenelim bakalım neymiş derdin."

little accident | minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin