0.1

18 7 4
                                    

Bu bolumu yazmak bana cok kotu hissettirdi,,,
tabii sevgili okuyucum siz daha olayı tam bilmediğiniz için biraz anlamsız gelmiş olabilir her şey.. İlerledikçe oturacak kafanızda, umarım beğenirsinizzz. Yorumlarda buluşalımm.

İyi okumalar! <3

----

'Yanındayım.' öpücüklere boğarken beni, fısıldadı hafifçe. Huzurla gülümsedim gözlerine bakıp. Güzel yüzüne dokundum. Zarar vermekten korkarak, parmak uçlarımla, hafifçe..

'Hep böyle kalsak ya Hannie.'

Dudaklarını dudaklarıma bastırdı, bir süre hareketsizce dudaklarımın üzerindeydi dudakları. Bitmemeliydi, çıkmamalıydık o gün yatağımızdan. Çıktığımız an  her şey tepetaklak olabilirdi. Keşke geçmişe dönüp kendimi uyarabilseydim.

'Kalalım meleğim, ellerimi de tut bak bırakıyor muyum seni gör.' Minik kıkırtıları dünyanın en güzel melodisi haline gelmişti kulaklarımda.

Tuttum ellerini sıkıca, hiç bırakmayacak gibi. Ayrılmaktan en çok korktuğum o gün. Gittiğim gün...

'Seni çok seviyorum.' dedi gözlerindeki alışık olduğum sevgi dolu yumuşak bakışla.

' Ben de seni çok seviyorum sevgilim. Her şeyden çok.' Avuçlarına son bir öpücük kondurup uykuya teslim ettim onu. Son defa yanındaydım.Her şeyi paramparça etmeden önce.

Son defa..

*

Telefon susmak bilmediğinden uyanmak zorunda kaldım, üç yıldır her gece gördüğüm o rüyadan. Kimin aradığına bakmadan yanıtladım, Hao'nun sesi telefonun öbür ucundan çok neşeli geliyordu. "Hyung kaç kez aradım seni!" diyerek bağırdı. "Sana mükemmel bir sürprizim var. Kapıda bekliyorum. Yedek anahtarı da yerine koymamışım. Giremedim içeri, hadi aç! Ağaç oldum burada."

Duyduğum şeyle gözlerimi devirip cevap vermeden telefonu kapattım ve yataktan güçlükle kalktım. Kafamın kopmasını dileyeceğim kadar ağrıyordu başım. Kapıyı açtığımda Hao'nun yanında çatık kaşlarıyla yere bakan Mingyu'yu gördüm. O an ne baş ağrısı ne uyku, hepsi uçup gitmişti sanki. Tek kelime edemeden bakakaldım yine, şaşırmıştım. Gerçi bunun yaşanacağını da tahmin etmem gerekirdi. Hao çok ısrar etmiş olmalıydı, aksi takdirde Mingyu benim için bir adım bile atmazdı bu şartlarda.

İçeri geçmeleri için kapının önünden çekilirken Hao elindeki poşetlere rağmen yanağıma öpücük kondurmayı ihmal etmemiş, keyifli bir ıslığı dudağına yerleştirmişti. Onun aksine Mingyu'nun çatık kaşları ve donuk bakışları istifini bozmadı. Yanımdan geçerken hissettiğim acıyla gözlerimi kırptım. Bana omuz atmıştı! Mingyu, bana belli etmeden içeriyi süzerken tavrına karşı gülümsemeden edemedim. Küçük bir çocuk gibiydi.

Hiçbir şeyi değiştirmemiştim. Aradığı o şeyi bulamayacaktı. Gitmiş olabilirdim fakat onların evimdeki izlerinin hiçbirine dokunmaya kıyamamıştım. Ev ben gitmeden önce nasılsa öyleydi. Eşyalar yerli yerinde duruyordu ama evimin eski sıcaklığı yoktu.

Ayakta öylece dikildi, oturmadı. Tekrar gözlerini yere sabitledi. Konuşmaya niyeti yok gibi görünüyordu.

Biz ne yapacağımızı bilmeyen halimizle dikilirken; Hao ise çoktan mutfağa girmiş, aldığı sandviçleri tabaklara yerleştiriyordu. İkimizi de kafasına taktığı yoktu. Yine de Mingyu'yu eve getirdiği için ona minnettardım. Görüşmeyeli çok uzun zaman olmuştu.

"Hyung kahve içersin değil mi?" diye seslendiğinde sadece başımla onaylamakla yetindim. Sesimi çıkartmamaya çalışıyordum. Mingyu buraya geldiği için yeterince rahatsız görünüyordu. Birde konuşarak onu kışkırtmak istemiyordum. Bakışları her ne kadar soğuk ve donuk olsa da an kolluyor gibiydi. Üzerime saldıracak, içinde biriktirdiği kin ve nefreti kusacaktı. Bunu biliyordum. Çünkü, kendime hatırlatmak istemiyor olsam da onu kendisinden daha iyi tanıyordum.

moon river - svt-  jihanWhere stories live. Discover now