10

65 17 11
                                    

"Vasiyete aykırı iş yapıyorsunuz. Sizin veto etme hakkına sahip olmadığınızı sanıyorum baba?"

Babası oğlunun sözlerine alaycı gözlerle bakarak, "Kral, Jeonghan'ın tahta geçmesini isteseydi şimdiye kadar bir tane bile bölge sahibi olmayan oğlunu benim gibi bir konuma getirirdi. Verasetnamede yazanlar tamamen formalite. Ayrıca Jeonghan alt tabakadan bir kadının oğlu ve saf kan değil. Hem bir prensin sahip olabileceği yetenekleri de yok. Askeri bilgisi zayıf. Böylesi çapulculara bile kaybeder." dedi.

"Bu saçmalık."

"Değil. Bir benim arkamdaki insanlara bak, bir de onun çevresine... Buna sevinmen lazım, benim varisimsim. İleride eline alacağın gücü düşün. Şimdi işinin başına dön."

Seungcheol'ün henüz altı yaşındayken en büyük hayaliydi kral olmak. Sevdiği prensi koruyup gözeteceğine söz vermişti. Böyle bir fırsatı kendi lehine çevirebileceği bir yol bulabilirdi, o nedenle yalnızca söylenenlere boyun eğercesine gözlerini kapadı.

"Ona yardımcı olacağınızı söylemiştiniz. Ama yanında değilsiniz."

"Kendi sarayında kalmayı kendisi tercih etti. Bu yüzden onu koruması için yanına Hansol'u verdim."

Seungcheol tatmin olmamıştı bundan, kendisi orada olmadıkça rahat etmeyecekti. "Onu ziyaret etmek istiyorum. Güvende olduğunu kendi gözlerimle görmem gerek."

"Yapacak işlerin var- Bir dakika... Sen Jeonghan'ı gerçekten önemsiyor musun?"

"Nereden çıkardınız bunu?"

"Sana ondan uzak durmanı söylemiştim. Hatırlıyor musun? Şimdilerde her iki lafından biri Jeonghan."

Seungcheol yumruğunu sıktı. "Onun için endişeleniyorum baba. Sizin onu koruyacağınıza olan inancım yok. Bu yüzden kendim gidip görmek istiyorum."

Seungcheol'ün babası şüpheci bakışlarını oğluna yönelterek "Mingyu'dan öğreniyorsun işte. Düzenli kontrole gidiyor." dedi.

"Sizin ona bir şey yapmayacağınız ne malum?"

Adam bu kez öfkelenmişti oğlunun bu sözlerine. Elindeki kaseyi sertçe masaya vurup içindekiler sağa sola dökülürken "Bunu yapmak isteseydim en başında yapardım. Babana güvenmiyorsan git ve kendin gör. O çok sevdiğin Jeonghan benim yardımlarımı elinin tersiyle itiyor." dediğinde Seungcheol öfke ile babasının yanından ayrılmıştı.

***
Kiraz ağaçlarının arasından sızan güneş ışıklarının altında vücudundan terler dölülüyordu Jeonghan'ın. Rüzgarda savrulan kiraz çiçeklerinin yaprakları gibi savruluyordu. Hamlelerini oynayacak gücü kalmamıştı artık. Sonunda gırtlağına doğrultulan kılıcın ucuyla bakıştığında bitmişti idman.

"Hala çok zayıfsınız." dedi Junhui kılıcını kınına geri sokarken.

Jeonghan bitkin bir şekilde yutkundu: "Elimden geleni yapıyorum."

"Sanki eskisine göre daha da zayıflamışsınız. Çabuk yoruluyorsunuz."

Jeonghan kendisine uzatılan suyu dudak kenarlarından akıtarak içtikten sonra nefesini düzenleyip "Uzun süre odaya kapatılınca kendi kendime alıştırma da yapamadım." dedi.

"Sorun değil, her şey düzelecek."

Jeonghan, Junhui'nin sözlerine aldırış etmeden alaya alıp yalnızca tebessüm etti. Düzelen bir şey yoktu, her şey daha da kötü bir hal alıyordu.

"Ne kadar kendimi geliştirirsem geliştireyim ilerisini göremiyorum bu işin. Sonuçta yine istenmeyen biri olacağım."

"Öyle söylemeyin. Sizi eğitiyor olmak benim için ne kadar gurur verici bilemezsiniz. Eğer ileride güçlü biri olursanız bu benim sayemde olmuş olacak."

Alıştırmaların ardından Jeonghan kafasını dağıtmak adına kısa süreliğine gezintiye çıkmak istemiş ve Lord Choi Hansol'un sarayda nöbet tutması şartıyla yanına Junhui'yi alıp gitmişti.

Biraz dolaşmanın iyi geleceğini düşünüyordu fakat yol nedeniyle mide bulantıları yoğunlaşmıştı. Kendisini zorlamak daha da kötüleştiriyordu durumu.

"Geri dönmeliyiz. Yorgunsunuz."

"Hayır."

"Geri dönmeliyiz efendim. İyi görünmüyorsunuz. Kendinizi zorlamayın."

"Hayır dedim. Sadece küçük bir mide bulantısı."

"Yola çıktığımızdan beri böylesiniz ama."

Jeonghan tekrardan itiraz etmişti Junhui'nin ısrarlarına karşı. Vücudu hormonların etkisiyle tepki verse de eskisi gibi normal davranmaya çalışıyordu. Fakat dışarıdan bakıldığında hasta görünümlü biri gibiydi.

"Üzgünüm."

Junhui, Jeonghan'ı yakaladığı gibi omzuna yüklediğinde Jeonghan debelenmeye ve çırpınmaya başladı. "Bırak beni aptal herif! Hasta falan değilim!"
Kendisini zorla yere indirttiğinde çalkalanan midesi yüzünden bulunduğu yere kustu.

Junhui atının heybesinden su çıkarıp Jeonghan'a uzattı: "Hastasınız işte. Kusuyorsunuz."

Jeonghan elleri ve bacakları titrer vaziyette suyu ağzına götürüp temizledikten sonra elindeki suyu Junhui aldı. Ardından arkasından yakalandı. Jeonghan kaçmak için çırpınınca dizlerinin üzerine çökmüştü.

"Direnmeyin."

Jeonghan'ın bacaklarının arkasına dizleriyle baskı yapıp kollarını arkasına çevirip bir araya getirdi. Jeonghan'ın dizleri yerdeki çakıllar yüzünden sıyrıklar almıştı. Junhui tarafından hareketsiz kalınca öfke ile bağırdı: "Ne yaptığını sanıyorsun sen?! Bırak beni!"

"Sakinleşin... sizi geri götüreceğim."

Junhui önünde diz çöken Jeonghan'ın ellerini tek eliyle tutabiliyorken ne kadar da zayıf olduğunu tekrardan hatırlıyor, içindeki dürtüleri bastıramıyordu. Uzun saçlarının rüzgarda dağılan kokusu burnuna dolunca istemsizce burnunu saçlarına yaklaştırdı. Eşsiz güzellikteydi, saçlarının kokusu. Teninin kokusu nasıldır kim bilir diye düşünmeden edemiyordu.

"Daha ne kadar böyle kalacağım?"

Jeonghan'ın öfke dolu sesini duyunca kendine geldi. Onu bırakıp ayağa kalktı. Junhui acıttım mı diye dizlerine bakarken suratına sert bir tokat inmişti. Yanağını tutup Jeonghan'a baktı. Dokunuşu bir tokat bile olsa ona güzel gelirdi. Fakat bu sefer biraz kırılmıştı.

"Küstah... Diğerleri gibi sen de beni işe yaramaz biri olarak mı görüyorsun? Bu ne cüret?"

"Özür dilerim. Sizi hasta bir şekilde dolaştırmak beni huzursuz etti."

"Kendi kafana göre kararlar vermen mi gerekiyor?"

Junhui mahçup bir şekilde sessizce beklerken Jeonghan "Ne bekliyorsun? Gidelim." dedi.

Dönüş yolunda bir grup atlının aynı yol üzerinden ters yöne gittiklerini gördüler. Junhui yüzlerinde maske ellerinde kesici aletler bulunan atlılara görünmemek için atın yönünü değiştirdi. Saraya geri döndüklerinde Seungkwan'ın koşarak yanlarına geldiğini gördü. Omzunu tutarak topallıyordu. Omzundan akan kan kolunu boyamıştı. Jeonghan panikle attan inip Seungkwan'ı tuttu.

"N'oldu sana, neden yaralısın?!"

Seungkwan ağlamıştı, elinde buruşmuş bir kağıdı Jeonghan'a uzattı.

"Onu kurtaramadım ama bu kağıda ulaştım..."



-
Buradan sonra sıkıcı değil, kaoslu bölümler geliyor.

Artık daha sık bölüm atmak istiyorum. Olaylar sanki yavaş ilerliyor gibi geldi. Diğer bölümlerde buna dikkat edeceğim. Daha hızlı bir gelişim istiyorum. Ve artık Jeonghan'ın gözünden de anlatmak istiyorum.

KARGA ~ JeongcheolOnde as histórias ganham vida. Descobre agora