yirmi dokuz

2.6K 295 145
                                    

" Altay öğrendi. "

Masanın üzerindeki bezle eline bulaşan motor yağını temizlerken konuştu Yıldırım.

" Neyi öğrendi?" Arabanın motoruyla uğraşan Yılmaz, kardeşine bakmadan sormuştu soruyu. Yıldırım'dan bir ses çıkmadı. Şu an atölyede sadece ikisi vardı ama gelen giden olabilirdi. Bazı kelimeleri kullanmak istemiyordu.

Yıldırım'dan ses çıkmayınca uğraştığı motordan başını kaldırıp, ona baktı Yılmaz. " Nasıl öğrendi lan?"

" Ağzımdan kaçtı. " Omuz silkerek konuştuktan sonra Yıldırım elindeki bezi bıraktı ve oradaki su şişesini alıp, içmeye başladı.

Yılmaz alaylı bir gülümsemeyle tek kaşını kaldırdı. " Sen ağzından kaçırcan böyle bişiyi? Güldürme lan. " Eline aldığı anahtarla vidaları sıktı ve doğruldu. Kardeşinin böyle bir şeyi rastgele birine söylemeyeceğinden adı kadar emindi.

Yıldırım bu sırada oradaki mutfağa ilerlemiş, ocaktaki çaydanlığın altına su koymuş, altını açmıştı. Yılmaz'da olabildiğince temizlendikten sonra onun yanına geçmişti.

Onların bakması gerekmiyordu tamir işlerine aslında, yeterince usta vardı. Sadece atölyenin diğer -masa başı- işleriyle ilgilenmeleri gerekiyordu. Ama iki kardeş de babaları gibi araba tutkunu olduğundan burada olup,  arabalarla uğraşmadan duramıyorlardı.

" Öğrendiğimden beri bekarsın ille birini istersin de tosunum, harbi Altay mı be? " Yılmaz'ın yüzünde küçümseyici bir ifade mevcuttu. Ha bu Altay'ı aşağı gördüğünden değildi, sadece Yıldırım'la ikisinin karakter bakımından fazla alakasız olduğunu düşünüyordu.

Yıldırım çaydanlığın üst kısmına üç kaşık çay koyduktan sonra ağabeyine baktı. Tek kaşı kalkmış, istemsizce hesap sorar gibi bir hava çökmüştü üzerine. Neyi vardı Altay'ın?

" Neyi varmış onun da, bakıyon böyle abi?"

Yılmaz, kardeşinden görmeyi beklemediği tavırla keyiflenmişti. Fazla duygu belirtmeyen insanların en ufak farklı tavrı için bazen şaklabanlık yapmayı bile göze alırdınız. Bir şeylerin o kişi için olumlu bir şekilde değiştiğini, farklı duygular hissedebileceğini fark etmeniz yeterdi bunu yapmak için.

Yılmaz'da kardeşi için tam olarak böyle düşünüyordu. Babasının durmadan övdüğü evladı her zaman Yılmaz olmuştu. Başlarda bu durum onun hoşuna gitse de, konu kardeşinin ezilen taraf olduğunu anlamasıyla tersine dönmüştü. Yılmaz en iyi olmaktan nefret eder olmuştu. Çünkü aslında babasına göre en iyi olmak, onun istediği gibi biri olmaktı.

Yıldırım'ın neyi eksikti peki? Bunu sorguluyordu Yılmaz. Çünkü ona göre Yıldırım bu dünyadaki sayılı iyi kalpli insanlardan biriydi. Yönelimi bu kadar mı etkiliyordu karakterini? Bu kadar mı önüne geçiyordu onun kalbinin? Kime neydi?

Yıldırım bilmese de babası onun hakkında bir çok şeyin farkındaydı, aralarında ki mesafe bu yüzden hiç değişmiyordu.

Yıldırım pek anlam veremiyordu bu mesafeye ama yine de babasının gözünden tamamen çıkmamak adına onun istediği gibi biri olmaya çalışıyordu. Ama asla olamayacaktı, olmamalıydı da.

" Altay'ı mı savunuyon lan göt? " Hınzır bir gülümseme yerleşti yüzüne Yılmaz'ın. Yıldırım'ın ondan başka biriyle uzun süreli sohbet edebilmiş olması bile mucize sayılabilirdi.

Yıldırım iki çay bardağı alıp oradaki küçük masaya bırakırken ağabeyine yan bir bakış attı. " Ne varmış savunuyosam?"

Yılmaz gülmemek için kendini tutarken parmaklarını kardeşinin saçlarının arasına daldırıp, karıştırdı onları. Arkadaşını savunan küçük çocuklar gibi görünmüştü gözüne birden. " Sana göre fazla salak sanki o be?"

Yanlış °BxB°Where stories live. Discover now