Ordu yemyeşildi. İlk nefesimi aldığım, aynı yerde son nefesimi verdiğim yerdi Ordu. Ben ilk nefesimi evimizde almıştım. Beni doğuran kadın hastaneye yetişememiş, babam görevde olduğu için haberi dahi yokmuş o gün geldiğimden. Sakine nene doğurtmuştu beni. Aynı zaman da aynı evin önünde nefesim kesilirken bana nefes veren, benim dünyaya gelmem için uğraş sarf eden kadın sessiz kalmıştı. Ben evimizden Vuralın kolları arasında çıktığımda ölmüştüm. Sakine nene buna sessiz kalmıştı. Eline doğduğum kadındı üzerime toprak atılmasına dahi izin vermeyen. Ben o gün zaten ölmüştüm. Hala bir ölüydüm. Babamın şehitliğinin önünde duran Cihan amcama kavuşmuştum ama ölüydüm. Ben Vurala teslim olduğum o gece ölmüştüm.

"Kardeşim..." Cihan amcamın sesi canımı yakmaya yetiyordu. Hele onun ağladığını duymak, sabitlenen adımlarım istemsizce onu dinlememe sebep oluyordu. Egemene ısrar ettiğim için onlar hemen kaldırımın yanında arabada bekliyorlardı. Gözlerim ona değdi, her an o kadar tetikte gibiydi ki. Arkada olan çocuklarımla gülerek konuşuyor olmasına rağmen gözleri ile her yeri takip ediyordu. "Zümrütüm geldi Oktayım... Emanetin şimdi ablasıyla." Sanki babama bunu inandırmak istiyordu. "Kanatları kırılmış kızımın Oktay... İki tane meleği olmuş bebeğimin." Gözümden akan yaşları durdurmak istedim. Yapabildim mi? Hayır. "Neden geldin diyeceksin onca seneden sonra değil mi kardeşim?" Yanılıyordu. Babam ona gelene git demezdi. "Demez," dedim ağlamaklı sesimle. Aynı benim ki gibi dolu gözleri ile baktı bana ama o benim aksine dolu olan gözlerini hemen sildi. "Zümrüt..." Bir şey demesine izin vermedim. Öylece kolları arasında babamın seneler unutmamak için büyük bir çaba sarf ettiğim fotoğrafına diktim gözlerimi. Ağzımı dahi açmadım ama babamla konuştum. O beni duydu. Cihan amcam ağzını dahi açmadı ama onu hem ben duydum hem de babam...

Çocukları hem Cihan amcamla hem de her an bizimle olduğuna inandığım babamla tanışmıştı. Şimdi evdeki hiç kimse bu akşam Egemen'in gideceğini bilmiyordu. Sanki bizde ailedenmişiz gibi çocuklarım ellerini öptüğünde Harun bey Melek ve Merte ne verdiyse aynısını vermişti. Burada olmak beni uçsuz bucaksız güvene itiyordu. Bu beni korkutan tek şeydi. Beni ölüme yollayan kişi uçsuz bucaksız güvendiğim kişiydi. Bunu kendime her zaman hatırlatıyordum.

"Zümrüt," dedi kulağıma değen nefesi ile ilk defa ondan irkildim. Bunu fark etmiş gibi hemen ardımdaki bedeni gerilmişti. "Efendim," onun Egemen olduğunu kendime hatırlararak konuştum. "Erken çıkmak zorundayım. Çocuklarla vedalaşmak için odaya çıkalım mı?" Ailesinin de haberi yoktu bunu arabada konuşurken belli etmişti ama o çocuklarımla vedalaşmak istiyordu. "Ailen?" Sorduğum soruya cevap vermek yerine çocuklarıma seslendi. "Ece, Ege sizinle bir şey konuşmak istiyorum odaya çıkabilir misiniz?" Ona o kadar güveniyorlardı ki Ege benden izin istemeden hemen kardeşinin elinden tutarak merdivenlere doğru yürüdü.

"Yapma..." Mırıltım sanki nefesim kesiliyormuş gibi çıkmıştı. "Çocuklarıma kendimi bu kadar bağlama Egemen. Bir gün gideceğiz veya sen bugün olduğu gibi gideceksin. Nolursun onlara bir de senin özlemini çektirme..." Çocuktu onlar el bebek gül bebek büyütülmemişti. Şimdi burada onlara sevgi gösteren herkese, bu evde büyüyen o iki çocuğa imrenerek, sevgiyle bakıyorlardı. Burada ayrıldığımda onları elbet özleyeceklerdi. Bana çok kızacaklardı ama Egemenle olan bağları çok farklıydı.

Sanki Egemeni babaları yerine koymuşlardı. Babaları onlara hiçbir zaman gülümsememişti. Ece'nin babası hiçbir zaman saçlarını öpmemiş, örmemişti. Ege'nin babası hiçbir zaman onunla vakit geçirmek istememişti, bir kere dahi oğlum dememişti. Şimdi onlara bunları hissettiren biri vardı. Egemen Denizoğlu. Gidecek olan bu defa biz değil oydu.

ESARETİNDEN KURTULUŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin