tut elimi

9 2 0
                                    


Merdivenleri adımlıyor muydum yoksa yukarıya doğru süzülüyor muydum, ayırt edemiyordum. Hiçbir yer bana bu kadar ev gibi hissettirmemişti, güvende olduğumu her zerremle hissediyordum. İçime dolan bu hissin hafifletici etkisi bedenimin havalandığını düşündürecek kadar güçlüydü. Başım dönüyordu, nesneler kalbimin melodisiyle dans ediyordu ve ben anın sarhoşluğunu gülümsememe gizlemiştim.

Onun kokusu dolmuştu koridorlara, sesinin cenneti andıran tınısı hapsolmuştu duvarlara. Ayağımı bastığım her yerde o vardı sanki. Daha kaç gün olmuştu onu tanıyalı? Bu kadar içime işlemesi beni ürkütüyordu ama belki de aşk buydu. Yalnızca birkaç günümü paylaştığım birini yıllardır tanıyormuş gibi hissetmek... Dahası bana emanet edilen bu kalbi onunla yıllandırmayı istemekti belki.

Bitmek bilmeyen saniyelerin ardından merdivenin başına gelebilmiştim. Karanlık koridor karşıladı beni ilk, çok sessizdi. Neye yaklaştığımı bilmeden heyecanlanmıştım, kulise adımlarımı atarken soğuk soğuk terliyordum. Derin bir nefesi ciğerlerime bahşettiğimde kapının önündeydim. Elimi yumruk yapıp kapıyı tıklattım. Ama elim o kadar titriyordu ki sesi ben bile zor duymuştum. Tekrar elimi havaya kaldırdım ve daha güçlü bir şekilde vurdum kapıya.

Ses gelmiyordu. Kapının altına göz değirdiğimde ışıkların da yanmadığını fark ettim. Ters giden bir şeyler mi vardı? Beni buraya o çağırmıştı ama şimdi ortalıkta yoktu İçime dolan endişe ve tereddütle kapının kolunu kavradım. Aşağı doğru çekip kapıyı açtığımda kulağıma gelen tıkırtılar karanlığı daha da korkunç kılıyordu. Kaşlarımı çatıp içeriye girdim, elimi duvarda gezdirdim. Işığın düğmesini bulmaya çalışıyordum ama duvarın pürüzlü dokusundan başka bir şey hissedemiyordum.

Sonra...

Bir anda aydınlık sardı etrafımı.

Tavana asılı lambaların beklemediğim bir zamanda açılmasıyla karanlığa alışan gözlerimi kıstım. Daha gözlerimi lambanın ışığına alıştıramamışken Poyraz'ın ışıltısı kamaştırdı odayı. Elinde gitarı, önünde mikrofonuyla karşımda gülümsüyordu. Ona o kadar dalmıştım ki arkasından gelen öksürükle kendini belli etmeye çalışan grubunu çok sonradan fark ettim. Onların da yüzünde birer gülümseme vardı ama sanki farklı bir mana taşıyordu.

Dışarıdan nasıl göründüğümü bilmiyordum. Suratımdaki ifadeden içimdeki karmaşayı görürler miydi? Korkunun yerini dolduran duygularla omuzlarım düştü, rahatlamıştım. Ona kötü bir şey olmuş olabileceği ihtimali ne kadar da ürkütmüştü beni. Şimdi karşımda tüm mükemmelliğiyle duruyordu, bana bakıyordu.

Göz temasımızı kısa bir süreliğine kesip grup arkadaşlarına döndü. Ufak bir baş hareketiyle onlara işaret verdi. Ardından tekrar bana döndüğünde onlar çalmaya çoktan başlamıştı. Mikrofona yaklaşıp güzel sesini sundu yine kulaklarıma.

"Evim, güzel evim"

"Taş ve topraktan oluşma cennetim "

"Mavi gök, hoş ve temiz"

"Kumsalda yalnızca biz"

"Biraz müzik, biraz şiir, biraz deniz"

"Biraz müzik, biraz şiir, biraz deniz"

Gitarının teli her titrediğinde bir damla gözyaşı misafir ediyordum harelerime. Sesinin kutsallığı yetmiyormuş gibi yunan mitolojisinden fırlamış gibi duran çehresini görebiliyordum. En güzeli ise sadece ben görüyor, sadece ben duyuyordum. Ne yapacağımı bilememenin şaşkınlığı tüm vücudumu ele geçirmişti zira hareket edemiyordum. Resmen şu anda bana özel konser veriliyordu! Hayatımda özel ve değerli hissettiğim sayılı anların başına ekledim bu dakikaları. Durumun farkındalığı zihnimin duvarlarına çarpınca sarhoş bir tebessümü ağırladım dudaklarımda.

"Hoş geldin dünyama"

"Duyduğuna sakın inanma"

"Her şey bur'da masal gibi ya da yine kafam iyi"

"Kimleri istersin yanında"

"Kimi dilersin uzağında?"

"Hepsi kolay sen yeter ki"

"Tut elimi"

Ellerimle ağzımı kapatarak boğazımdan firar eden hıçkırığı susturmak istedim. Parmak uçlarıma değer ıslaklıkla ağladığımı fark etmiştim. Küçükken çok saçma gelirdi; insan mutluluktan ağlar mıydı? Küçük Umay için gözyaşları hüznün, kederin, acının simgesiydi. Ama küçük kız büyümüştü ve fikri değişmişti. Karşısında duran adam yıkmıştı tabularını. İnsan mutluluktan da ağlardı.

"Sanma ki çok gençsin"

"Hiç yoksa en az on bin yaşın var"

"Mecnun'un Leyla'sı gibi, Ferhat'ın sevdası gibi"

"Âşık olunan kadınlar hep aynılar"

"Aslında tüm âşıklar hep aynılar"

Fevri bir hareketle gitarını çıkarıp arkaya uzattı. O bunu yaparken müzik durmuştu. Arkadaşlarından biri gitarını boynundan geçirdi, görevini o üstlenmişti. Çok sürmeden tekrar başladı melodi. Nefesimi tutmuş onları izliyordum. Mikrofon standını kenara alıp, mikrofonu sabitlediği yerden çıkardı. Aynı zamanda şarkının nakaratını devam ettiriyordu.

"Hoş geldin dünyama"

"Duyduğuna sakın inanma"

Aramızdaki mesafeyi kapatma amacıyla adımlamaya başladığında kalbimin yerinden çıkacağını düşündüm. Çünkü ondan önce mesafeleri aşmak ister gibi atıyordu ve ben buna engel olamıyordum.

"Her şey bur'da masal gibi ya da yine kafam iyi"

Bir adım daha attı yavaşça. Nefesimi kontrol altına almak gittikçe zorlaşıyordu.

"Kimleri istersin yanında"

"Kimi dilersin uzağında?"

İki adım daha attığında tam karşımdaydı artık. Aramızdaki boşluğu dolduran tek şey onun mikrofonuydu. Nefesinin sıcaklığını, teninin kokusunu hissedebiliyordum. İpek saçlarına elimi daldırmamak için verdiğim savaşı kazanmış, kendime hakim olabilmiştim. Dikkatimi dağıtan hareketlilikle daldığım gözlerinden çektim bakışlarımı. Elini uzatmıştı bana, avucu tüm talepkarlığıyla yüzüme bakıyordu. Tekrar sesini işittim ardından.


"Hepsi kolay sen yeter ki"

"Tut elimi"



「●」




selamlarr
beğendiğin bir bölüm olmasını diliyorum
seni çok seviyor ve öpüyoruum
hoşça kall
<3




amour aléatoireWhere stories live. Discover now