Gözlerimin içine baktığında, adeta evrenin derinliklerine bir yolculuğa çıkmış gibi hissettim. "Bilmiyorum... Sanki içimden bir ışık huzmesi yükseliyordu. Gabriel'i saran bu ışıkla birlikte, ona hayat veren bir enerji akışı hissettim," dedim, gözlerim hala o anın etkisi altındaydı. Sözlerim, içimdeki bu gizemli deneyimi ifade etmeye yetmiyordu.

Gözlerimiz arasında bir anlık sessizlik oldu, sanki o an sadece biz vardık ve başka hiçbir şey önemli değildi. Markus'un gözleri, şaşkınlıkla karışık hayranlıkla doluydu. Bu anın büyüsü, etrafımızı sarıp sarmalıyordu ve içimizdeki enerjiyi daha da canlı hale getiriyordu.

Markus, gözleri heyecanla parlayarak, "Mucizevi bir olay! Bu gücün nereden geliyor sence?" diye sordu, adeta bir çocuk gibi merakla bekliyordu cevabı. Ben ise, derin düşüncelere dalmış bir halde, "Bilmiyorum. Belki de annemin bana bıraktığı miras... Onun da şifacı olduğunu biliyorsun," diye yanıtladım, bu gizemli gücün kökenini anlamaya çalışırken Markus'un heyecanını paylaşıyordum.

Keşiş, düşünceli bir ifadeyle araya girdi, "Evet, annen de güçlü bir şifacıydı. Belki de gücü sana aktarılmış. Bu, ailenizin nesilden nesile aktarılan bir yeteneği olabilir diye düşünüyor olabilirsin. Ancak öyle olmadığını biliyoruz. Sana aktarılması ise mucizeden başka bir şey değil!" dedi, sesinde bir hayranlık ve şaşkınlık vardı, sanki bu olayın sıradışılığı karşısında kendisini şaşkın hissediyordu.

Markus, bu bilgiyle daha da meraklanarak, "Bu harika! Eva, bu güçle daha neler yapabileceğini merak ediyorum," dedi, gözlerindeki heyecanı gizleyemiyordu. Ben de, geleceği düşünerek, "Ben de bilmiyorum. Daha keşfetmem gereken çok şey var. Ama bu gücü iyilik için kullanacağımı biliyorum," dedim, içimdeki bu gücü yönlendirmenin sorumluluğunu hissederek, geleceğe dair umut dolu bir bakışla Markus'a dönüp gülümsedim.

Başım ağırlaştı, gözlerim kapanmak üzereyken bir baş dönmesi geldi. Yorgunluktan dolayı bedenim adeta ağırlaşmıştı, sanki her hücrem ağırlıkla dolmuş gibiydi. Derin bir nefes aldım, ancak bu beni rahatlatmak yerine daha da içimi sıkıyordu. Bir an için dengemi kaybettim ve etrafımdaki her şey bulanıklaşmaya başladı.

Birden, her şey karardı ve kendimi karanlık bir boşluğa düşerken buldum. Bir çığlık atacak gibi hissettim ama sesim kısılmış gibi hissettim. Çevremdeki sesler kayboldu, sadece kendi nefes alışverişim ve kalp atışlarımın ritmi duyuluyordu. O an, adeta zaman durmuş gibiydi.

O anda, aniden bir endişe dolu ses duydum. Markus'un sesiydi, titreyen bir tonla, "Eva, ne oluyor?" dedi. Endişesi yüreğime dokunurken, farkındalığım git gide kayboluyordu. Sesini duymak, karanlıkta kaybolmama bir ışık gibi geldi. Ama bu ışık, yok olmaya yüz tutmuş bilincimi aydınlatmaya yetmedi. Gözlerim kapandı ve sonunda sessizlikle kucaklaştım, kaybolup gittim.

Sonrasında, bir bilinçsizlik içindeydim. Ancak bilincimi tekrar kazandığımda, Markus'un kollarında olduğumu fark ettim. Başım hala hafifçe dönüyordu, ancak Markus'un sıcaklığı ve desteği beni rahatlatıyordu.

"Markus..." diye fısıldadım, sesim hala zayıf ve titreyen bir haldeydi. "Ne oldu? Ben ne... ne zaman buraya geldim?"

Markus'un sesi, endişe doluydu. "Eva, beni çok korkuttun. Birden bayıldın. Burası benim odam. Şimdi, dinlenmen gerek."

Markus, dikkatle eğildi ve beni yatağa yerleştirdi. Ancak o anda etrafıma dikkat ettim. Markus'un büyülü odası, beni derin bir merak ve hayranlıkla doldurdu. Tavanında yıldızlarla dolu bir gökyüzü resmi olan odanın her köşesi büyülü detaylarla doluydu. Gökyüzü resminin altında uçan yastıklar, odaya hafif bir hava katıyordu ve odayı aydınlatan ışık, tavana yansıyan yıldızların parıltısıyla doluydu.

Kontesin Laneti +18Where stories live. Discover now