1 : Sen Kimsin?

539 51 43
                                    

Memleket, genelde kasvetli bir havaya sahip olmasına rağmen, bugün günlük güneşlikti.
Henüz birkaç aydır burada olmama rağmen pek çok kez yağmur görmüştüm, bir iki kere gördüğüm güneşin sonu ise her türlü yağmura bağlanmıştı. Güneşin bu denli tepede oluşu bile anlık olarak saçma gelmişti o yüzden.

"Gökçe!" Adımın seslenilmesiyle dışarıya baktığım pencereyi kapatıp perdesini düzelttim.
Annem bugünü yaprak sarma günü olarak seçmişti ve kendi yoğunluğuna birçok insanıda dahil etmişti. Kızı olarak buna maalesef bende dahildim ama sadece ayak işleriyle ilgileniyordum.

Salona girdiğimde daha ne olduğunu bile soramadan elime tutuşturulan boş çay bardakları tepsisi yeterince açıklıyordu ne olduğunu. Bir oda dolusu Rizeli'nin en büyük derdi tabiki de çay krizlerinin tutmasıydı.

Çayları doldurup tekrar döndüğümde Suzan teyzenin söylenmeleri çoktan başlamıştı. "Biraz daha çaysız kalsaydım değil yaprak sarmak Ali'yi okuldan almaya gidecek enerjim bile olmayacaktı." Annem şen bir kahkaha patlatırken yakarışına karşılık ilk çayı Suzan teyzeye ikram ettim.

Suzan teyze annemin çocukluk arkadaşıydı. Biz babamın işi sebebiyle yıllarca bambaşka bir şehirde yaşasakta aralarındaki bağ kopmayacak kadar iyiydi ki Rize'ye taşındığımızda her şeye onlar yardım etmişlerdi, onlar koşturmuştu. Ali'de, Suzan teyzenin kızı, Ceren ablanın oğluydu.

"Suzan sen hiç gitme Ali'yi Gökçe alsın." Dikkatimi anneme verirken bir yandanda Suzan teyzenin üzerinde gözlerimi gezdirdim. Başına doladığı keşanı, kolundaki ve boynundaki hasır takı setiyle buram buram Karadeniz kokuyordu.

Suzan teyze mahcup bir ifadeyle bana doğru döndüğünde gülümsedim. Konuşmasına müsade etmedende ayaklandım. "Ali'yi ben alırım."
Üzerindeki yeşil renkli yeleğin ceplerini yokladı. Anahtarı çıkartarak bana uzattı. "Al bunuda okuldan sonra Ali'nin üzerini değiştirir öyle gelirsiniz." Anahtarıda alarak yanlarından ayrıldım.

Arabayla iki dakika yürüyerek on dakika süren ev ve okul arasındaki mesafeyi yürüyerek kat ettim. Çıkış saatinden biraz daha erken ulaşmam yararıma olmuştu çünkü sigaram bitmişti. Okulun yakınlarındaki markete doğru yol aldım.

Sigaramı alıp dönene kadar okulun bitiş zili çalmıştı ama ben bir sigara içmeme rağmen Ali gelmemişti. Etrafı gözlerimle taradım ama göremedim. Okulun bahçesinde dolanmaya başladım. Ali'yi göremedim ama öğretmenini bulduğumda içime bir anlık su serpildi sanki.

İçine serpilen su bir anda büyük dalgalara dönüşmüş hoyratça kalbimi attırıyordu. Ali yoktu, öğretmeni çıktığını söylemişti.

Elim ayağım birbirine dolaşırken ne yapacağımı bilemedim. Hızlı adımlarla eve doğru yürürken bir yandanda aklıma Ceren ablayı aradım. Muhtemelen çalıştığı için ya da duymadığı için telefon açılmazken ben daha da panik olarak koşmaya başladım.

Suzan teyzelerin apartmanın önüne geldiğimde şans benden yana olsa gerek apartmanın kapısı açıktı. Hemen içeriye girip merdivenleri üçer beşer tırmanırken aklımı saran düşünceler arasında sadece kime ne hesap vereceğim değil Ali'nin iyi olup olmadığıda vardı.

Suzan teyzelerin evin önüne geldiğimde önce zile bastım daha sonrada ellerimle kapıya vurmaya başladım. Niye açmıyorlardı bu kahrolası kapıyı?
Birden aklıma Suzan teyzenin bizde olduğu geldiğinde kapıya vurmayıda, zile basmayıda bırakmıştım ki kapı bir anda açıldı.

Kapıyı açan kişiyi görünce kaşlarım çatıldı. Bu kimdi? "Sen kimsin?" Biraz sert çıkan ses tonum onu şaşırtmış olsa gerek onunda kaşları bir anlığına yukarı kalktı. Cevabını bile beklemeden tekrar, bu sefer bağırarak, konuştuğumda "Ali geldi mi?" diye sordum. Bir hızla eve girdiğimdeyse gözlerimle etrafı taradım.

Aradığım kişiyi kapının hemen çaprazındaki mutfakta gördüğümde derin bir nefes alıp verirken yanına doğru ilerledim. Ali'nin yanağından öptüm, sarıldık.

O sırada bana kapıyı açan her kimse şimdide mutfak kapısına omuzunu yaslamış bize bakıyordu. "Bu kim?" Ali'ye bakarak sorduğum soruya başkası cevap verdi. "Ben Cihan."
Histerik bir şekilde güldüm. "Ben her yerde endişeyle bu çocuğu arıyorum haberin var mı senin?" Olumsuz anlamdan başını salladı. "Bir daha habersiz falan almaya kalkışma." Ben direktif verirken suratıma boş boş bakıyordu.

Ali'yi tekrar öptükten sonra Cihan'a hiçbir şey demeden evden çıktım. Evden çıktığım dakika utanç üzerime çökerken muhtemelen yanaklarımada çökmüştü.
Adama yeğenini aldığı için "bir daha habersiz almaya kalkışma" diye emirler yağdırmıştım. Rezillikti.

Eve girdiğimde yaprak sarma işinin bittiğini herkesin dağıldığını görmek üzerime bir ferahlık çökertmişti. Sarma sarmamama rağmen çay doldurmaktan fenalık geçirmiştim bugün.

Annemede görünmeden odama doğru ilerlediğimde resmen enselendim. "Gökçe."
Anneme çaktırmadan bir of çekerek ona doğru döndüm. "Efendimm" Elindeki sofra bezini kucağıma bıraktı. "Bunu banyoya bırak sonrada yanıma gel akşam misafirliğe gideceğiz herkes bir şey yapıp götürecek. Senin şu kurabiyelerden yaparsın." Elimdeki sofra bezine, anneme ve mutfağa doğru üç ayrı bakış attım.

Bu mahallenin sürekli bir evde toplanmaları neden bitmiyordu ya? Neredeyse her gündüz kadınlar kahve bahanesiyle görüşürken, her akşamda aileler yeme içme bahanesiyle görüşmek zorunda mıydı?

Sarma sarmadığım için acısını benden çıkarıyormuşçasına annem kurabiye yapmamı istediğinde tam üç tepsi kadar kurabiye yapmıştım. Değil mahalle ordu doyardı bunlarla ordu.

Kurabiyeleri saklama kabına yerleştirip giyinmek için odama geçtim. Altıma kot bir pantolon üzerime beyaz bir tişört geçirdiğimde kurabiye yaptığım için topuz olan saçlarımı tokanın esirinden kurtardım.

Annemin bir anda beni ve babamı "geç kaldık" diyerek telaşlandırmasıyla evden nasıl çıktığımızı bile anlayamamıştım. Ayşe teyzelere geldiğimizde de onun misafirlik hazırlıkları henüz tam bitmediğinden ona yardım etmiştik.

En son herkes geldiğinde ve koyu bir muhabbete koyulduklarında ikramlıkları servis etmekte Ceren ablayla benim üzerime kalmıştı.
Ceren abla tabaklara revaniyi koyarken bende tabaklara yaptığım kurabiyelerden ve bugün sarılan sarmalardan koyuyordum.

Bugün çay servis etmekten sıkıldığım için çay tepsisini Ceren abla götürürken bende ikramlıkları içeriye götürdüm. Muhabbetin tam ortasında salona girdiğimizden ne konuştuklarını dahi anlayamamıştım. Salon ve mutfak arasında üç tur mekik dokuduğumda ikramlıkları servis etme işi bitmişti ve bende artık oturabilmiştim.

Annemlerin dedikodusu sarmazken, babamların siyaset muhabbetleri hiç sarmamıştı. Ceren ablada işten geldiği için yorgunluktan tam yanımda sus pus oturduğundan biraz telefonuma bakmak istedim.

Arka cebimde telefonumu bulamadığımda sanki sığabilecekmiş gibi pantolonumun ön ceplerini de yokladım. Telefonum yoktu. Muhtemelen annemin beni ve babamı telaşa düşürerek evden çıkardığı aralıkta odamda unutmuş ve evden telefonsuz çıkmıştım. Oflayarak hayıflandım kendi kendime. "Ne oldu kızım?" diye soran annem hayıflanmamın yeterince sesli olduğunu farketmeme sebep olmuştu. "Telefonumu evde unutmuşum." Oturduğum sandalyeden ayaklanarak konuşmaya devam ettim. "Evden alıp geleyim." Annem olumlu anlamda başını sallarken Suzan teyze dahil oldu. "Dur bekle Cihan'da seninle gelsin." dediğinde bir an gözlerim tam çaprazlama karşımda duran Cihan'a kaydı.

Kumral saçları hemen arkasında bulunan pencerenin açık olmasından dolayı esinti nedeniyle küçük çaplı hareket ediyordu. Dikkatini tamamen babama vermiş onu dinliyordu. Ona baktığımı farketmiş gibi ela gözlerini bana doğru çevirdiğinde bakışlarımı kaçırdım.

"Cihan, Gökçe telefonunu evde unutmuş onu bir alında gelin annem." Suzan teyze konuşmasına rağmen bakışlarını üzerimden çekmedi. Hiçbir şey demeden oturduğu yerden kalktığında art arda salondan çıktık.

Merhabaa. 🫶🏻
En çok Gökçe'ye desteklerinizi sonrada yorumları eksik etmeyin lütfenn. 🥹🦋

BAL | Yarı TextingOnde histórias criam vida. Descubra agora