🧸²⁵

384 64 78
                                    

Önceki bölümü okuduğunuza emin olun🤍

oy sınırı 

35




🧸🧸🧸










"Jeongin" 

Yetimhaneye geri döndüğümde Jeongin'i odada bulamamıştım. Önce bodrum katına Minerva'nın yanına bakmıştım ancak aradığım kişi orada değildi. Sorma ihtiyacı hissetmeden çatıya çıktığımda yanılmadığımın göstergesi olarak orada minik kulübenin çatlak beton basamağında oturmuş ilerideki tek tük araba geçen caddeyi seyrediyordu. Seslenmemle bana dönmeden elleriyle yüzünü silmesi ağladığının anlaşılması için yeterli oluyordu. Bir şey demeden yanındaki boşluğa oturdum lakin dönüp bakamadım yüzüne. O da bana bakmadı zaten.

Aramızdaki  burukluk yabancı biri tarafından dahi anlaşılabilirdi muhtemelen. İkimizden de ses çıkmıyordu fakat her geçen saniye bir şeyler kırılmak üzere çatırdıyordu bizim için. Kalbim onun yanında farklı olarak hızla kanat çırpmıyor aksine üstüne binen ağırlıkla acıyordu. Jeongin'in ağlamasından nefret ediyordum. Konuşmazsak hali hazırda pek iyi olmayan vaziyeti daha da kötü hale getireceğinin farkındaydım yine de ilk defa toparlayamıyordum aklımdaki sözcükleri.

"Biz ne olacağız?" Sessizliği bozan o olmuş, bedenini bana çevirerek yaşlı gözlerini benimkilerle buluşturmuştu. "Biz?" Dedim sorar bir tonda. Sahi biz neydik. Sevgili? İki aptal aşık? Belki sadece birbirine değer veren iki genç. "Biz, Hyunjin" hayal kırıklığına uğramış gibiydi ama pek belli etmeden devam etti "Sen, ben. Yanında deli gibi atan kalbim. Birbirimizde sakladığımız sırlar, değerli anlar ve minik öpücüklerimiz. Biz işte, biz bu kadarız. Bitiyor mu şimdi onu soruyorum?" 

"Seni beklerim dedim, beklerim Jeongin." sözlerim ağzımdan çıkmasıyla beraber gecede kayboldu hızla Jeongin duydu mu ondan bile emin değildim. Ne diyeceğimi bilmiyordum açıkçası, ondan kaynaklıydı bu sessizliğim. Parmaklarımla oynayan ellerim daha fazla dayanamamış bir bir akan yaşları silmek için yeltenmişti. Onun ağlaması benim de canımı acıtıyordu. "Ağlama" Minik bir tebessüm belirdi dudaklarında "Senin de gözlerin doldu ama" ben de gülümsedim söylediğine karşı. "Sen ağlıyorsun diye" gülümsemesi büyüdü, yumuşadı bakışları. Bu kadardı, bizim kırgınlığımız, birbirimize bakana kadardı sanırım. Çünkü çok değil iki dakika öncesine nazaran içime oturan öküz kalkmış yerini yine o huzura bırakmıştı.

Kömür saçlı oğlanın üzerimdeki etkisi kesinlikle azımsanamazdı. 

Yanağı avucuma yaslı bana bakarken dudakları aralanıp yeniden kapandı birkaç defa. Sonunda ne diyeceğine karar vermiş gibi "Hyunjin" dedi. "Hmm" sesiyle onu yanıtladığımda irislerimi buldu bakışları. Tam şu an  bunu duymaya hazır mıydım bilmiyorum ancak o "Seni seviyorum" dedi. İki kelime, on üç harf, altı hece. Yang Jeongin defalarca yaptığı gibi yine kalbimin dengesiyle oynuyor, bir an için durduğunu sanmamı sağlıyordu. Ben daha dediğini sindiremeden benden cevap alamadığından kaynaklı düşen yüzüyle telaş yaparak cevap verdim.

"Seni seviyorum Jeongin!." Onu elbette seviyordum. Hatta bana kalırsa ondan önce fark etmiştim bunu. Felix bir akşam canım hyungumuza olan aşkını anlatırken söylediklerinin hepsini benim de yaşamış olmam farkındalığı o geceyi uykusuz geçirmeme sebep olmuş, sonucunda ise kömür saçlıyı sevdiğime kanaat getirmiştim.

Simsiyah gözlerindeki parıltılar arttı sözlerimle. Hayır ağlamıyordu, parıltılar göz yaşından da değildi. Beklemeden kollarını boynuma dolayıp sımsıkı sarıldı. Kollarımı bedenine dolayıp başımı boynuna gömüp derince soludum portakal çiçeği kokusunu. Öyle kalalım istedim. Başını omuzuma koysun ben kokusunda yaşayayım istedim o an.Yarını bugünü düşünmeden, büyümeden iki liseli olarak kalmak fazlasıyla cazipti.  Ama olmadı çok geçmeden geri çekildi. 

mama's boy // hyuninDonde viven las historias. Descúbrelo ahora