YILDIZ

155 77 13
                                    

Kapanan telefon sesi yüzümdeki gülümsemenin büyümesine neden olurken, bana çatık kaşlar ile bakan Erdem'e diktim gözlerimi. Gözlerindeki duygu pişmanlık değildi, aksine nefretti.

Arkamdan omuzama dokunan el ile irkilerek gözlerimi Erdem'den çektim.
Pusat, "Bu konuyu daha sonra konuşuruz, asıl mesele şu anda sen ve Giray. Bir ay sonra olacak iş iptal. Jaftaya görevinize başlayacaksınız. Bu süre zarfında ikinizde izinlisiniz. Detayları yarın konuşuruz." Dedi. Kafamı olumlu anlamda sallarken, Girey'da kabul ettiğini belli eden bir kaç mırıltı çıkardı ağzından.

Çıkışa doğru yürümeye karar kıldığımda, arkamdan kolumun tutulması ile oflayarak kolumu kendime çektim. Pusat bana mahçup gözlerle bakarak, kendi odasını işaret etti.

Bu iyi bir şey değildi. Bana neden böyle bakıyordu? Sanki affı olmaz bir günah işlemiş, ve bu günah herkesin kıyameti olacak derecede bir suçmuş gibi bakıyordu siyah hareleri.

Konuşma gereği duymadan, işaret ettiği odasına doğru yol aldım.

Odaya girer girmez pencereye dönük olarak konulmuş tekli koltuklardan birine oturdum. Pusat'ın odası sade bir dizayna sahipti. Duvarları eskimiş, gri ve beyaz şeritliydi. Yıllardır kullandığı siyah deri kaplama masası ve sandelyesi ise evraklarla doluydı. Ve son olarak, favorim olan oturduğum koltuklar. Koyu lacivert tonlarında, tam pencerenin önüne koydurduğu bu iki koltuk, benim güneşin dağuşunu izlememi sevmemden kaynaklıyıdı.

Pusat'ın odası en üst katta, yani üçüncü kattaydı. Yani güneş, rahatça izlenebilecek bir konumdaydı.

Katlarda aynı bizim rütbelerimiz gibi sıralanmıştı. Zemin kat çaylakların odaları için, ilk kat dövüş, atış talimi ve toplantı gibi benzeri işlerimiz için kullandığımız kattı, ikinci kat ise ajanların yani ben ve Erdem gibilerimizin kaldığı kattı. Ve son olrak bu kat, Pusat gibi diğer üstlerimizin kaldığı kattı.

Sessizce pencereden batan güneşi izlemeye başladım. Gökyüzü kırmızı tonlarına bulanırken, güneş yavaş yavaş kendini gizlemeye başlamıştı. Karanlığın doğuşunu sevmezdim. Güneşin batışından nefret ederdim. Ay'ı bencil bulurdum. Çünkü karanlık ümitsizlik ve korku demekti. Güneşin batışı yok oluş ve ışıksız kalmak demekti. Ve ay o ise güneşi kıskanarak, sırf geceyi güneş gibi aydınlatmak isteyen. Ve onun ışığını çalan bir bencildi.

Artık yok olmaya başlayan güneş ile beraber, geride bıraktığı kızıllıkta koyulaşıp, siyahımsı bir tona bulanmaya başlamıştı.

Yanımda hissettiğim hışırtı ile kafamı o tarafa çevirdim. Pusat'ta aynı benim gibi, tekli koltuklardan birine oturarak dışarıyı izlemeye koyulmuştu. "İsminde geceden bir parça taşıyan insanın, geceden korkması... nasıl olabiliyor?" bana yönelttiği sorunun cevabını her ikimizde, hatta bu yıpranmış duvar, eskimiş mobilyalar ve gece bile biliyordu cevabı. Ama Pusat oyun oynamak istiyordu.

Ve ben oyunlardan çok sıkılmıştım. Zaten bugün yeterince oyuna maruz kalmıştım."Ay ismi bir cismi belli ediyor. Yani evrendeki bir gezegen. Ben ise Sonay, harika kişiliğe ve güzelliğe sahip, eşi benzeri olmaz bir insanım." Alayla konuşmama, o da hafif gülümseyerek karşılık vermişti.

Ama gülümsemesi acı doluydu, gözleri ise sanki birazdan yaşanacak karmaşadan haberdarmış gibi korku doluydu.

"Hızlı büyüdün." Gözünün altındaki yara izine bakarak, kafamla onu onayladım. Çocukken canavara benzettiğim yara izi. "Uzatmayacağım Sonay. Bugün..." Sessiz kaldı. Devamını getirmedi veya getiremedi bilinemez ama, yutkunuşu kulaklarıma doldu. "Bugün Semih ile buluştum ve o seni görmek istiyor. Eğer onunla konuşmak istemezsen anlayışla karşılarım, ama eğer istersen adresi--" daha fazla konuşmasına izin vermeden, hızla yerimden doğruldum.

SonayOnde histórias criam vida. Descubra agora