Bölüm II

47 4 10
                                    


Sevgi insanı hiç yapmayacağı şeyleri yaptırır, peşinden koştururdu. Özellikle de söz konusu yalnız kalmaya korkan bir ruh ise yapacaklarına bir sınır çizmek pek de akıl işi değildir. Mantık sesini kısıyor, kalp duyabileceği tek araç oluyor. Sonradan pişman olacağını bile bile yürüyor, bazen de koşuyor. Sehun bu evrelerin hepsinin farkında olarak gözlerini camdan çekmiyor, raylardan akan yolu seyretmeye devam ediyordu. Nereye gittiğini bilmeden, tanımadığı iki adamın eşliğinde tren yolculuğunun son bulmasını bekliyordu sadece. Üç buçuk saattir bu rahatsız koltukta oturuyor ve tek kelime etmiyordu. Göz ucuyla aldıkları biletlere baktığında tanımadığı bir kasabaya yol aldıklarını öğrenebilmişti yalnızca.

Chanyeol ona her şeyi anlatmıştı, tek bir şey dışında; sahip olduğu sürünün yeri hiç bir zaman konuşmalarının bir konusu olmamıştı. Yakın olmadığını biliyordu ama Chanyeol'un ziyaretlerinin süresini hesaplayınca çok da uzak olmadığını düşünmüştü ve bu yanılgılarından ilkiydi.

Açlıktan midesi kasıldığında artık daha fazla dayanamayarak, "Tren restoranına gideceğim," diyerek anons etti. Uzun süre hareketsiz kalan bacaklarını kıpırdatarak ayağa kalmaya niyetlendiğinde karşısındaki iki koltuğa oturmuş adamların bakışları direkt üzerinde durmuş ve aynı anda itiraz etmişlerdi.

"Bir sonraki durakta ineceğiz. Gözümün önünden ayrılmamalısın."

Nazik konuşmaya çalışsa da sesinin alt tonlarındaki tehdit oldukça belirgindi. Gözlerini devirmek istese de buna karşın her hangi bir tepki vermedi. Beş dakika sonra onlar için son durak olan yere geldiklerinde ise bu sefer onları dinlemeden çantasıyla beraber hızla çıkışa doğru yürüdü. Arkasından isminin seslenildiğini duymuş olsa da artık onları takip etmenin bir anlamı yoktu. İnsanların arasından sıyrılarak istasyona indiğinde gözleri her yerde onu aradı. Burada onu beklemiş olması gerekiyordu. Eğer burada da değilse direkt geri dönüş bileti alacaktı.

İstasyonun ışıkları her yeri aydınlatacak kadar güçlü değildi. Dışarısı zifiri karanlık ve oldukça soğuktu. Herkes bir an önce gitmek için acele ediyordu. Bir tek Sehun tanıdık simayı yakalamak için ortada hareketsizdi. Birkaç kişi ona çarpmış olmasını umursamadı. Gözlerini bankların tarafına kaydığı an iki bekçisi de ona yetişmiş ve omzundan tutarak ona bir şeyler söylüyorlardı. Sehun tek kelimesini bile duymadı. Gözleri sadece ilerideki bedene sabitledi ve nefesini tuttu. Gözlerini kırparsa eğer ortadan kaybolacağını inanıyordu. Onu en son görmenin üzerinden yirmi dört saat bile geçmemişken, neden çok uzun zaman olmuş gibi geliyordu ki? Yüzü ifadesizdi, gözleri yorgun bakıyordu. Kabarık dalgalı saçları iyice birbirine karışmış. Belli ki o da Sehun gibi uymamıştı. Ona doğru koşup sıkıca sarılmak istiyordu deli gibi. Tüm vücudu adeta yalvarıyordu ona. Ama nedense ayakları takılıp kalmıştı durduğu yerde. Kıpırdamıyor sadece düşmesini engelliyordu. Neyse ki onu bu girdiği çıkmazdan kurtaran Chanyeol'un ona doğru gelmesi oldu. Tek bir an olsun ikisi de gözlerini birbirlerinden ayırmamıştı. Diğer her şey, herkes sanki yok olmuştu etraflarında.

Sehun uzun birisiydi ve Chanyeol ondan daha da uzundu ama hiçbir zaman onun karşısında şimdi olduğu gibi kendisini küçük hissetmemişti. İri bir şekilde önünde durduğunda, sonunda tekrar nefes alabildiğini hissetti. Sesler artık boğuk olmaktan çıkmıştı. Chanyeol diğer ikisine bundan sonrasını tek başına halledeceğini söylüyordu. Bir elini uzatıp onu omzundan tutup yanına çekmişti. Diğer eliyle de Sehun'un çantasını ondan alıp tuttu. Sehun çenesini  kaldırarak sevgilisinin yüzüne baktı ve onu gördüğüne mutlu olup olmadığını anlamaya çalıştı ama Chanyeol'un yüzünü okumak çok zordu. İlk defa diğerinin bu kadar pürüzsüz bir maske taktığını görüyordu. Sanki karşısında tamamen yabancı biri varmış gibiydi. Soğuk, mesafeli. Oysaki bunlar Chanyeol'a en uzak şeylerdi. Onun Chanyeol'u yaptığı en aptalca şakalara bile kahkahalar atar, ne kadar şebek göründüğünü umursamazdı.

my most beloved, my dearWhere stories live. Discover now