TAHTTA DOĞRU

17 2 0
                                    

"Ve ormana gidiyorum, aklımı kaybetmek ve ruhumu bulmak için."

İki gün, altı gün, üç hafta ve sonra tam bir ay sonra gücümün tüm vücudumda dolaştığını hissedebiliyordum

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

İki gün, altı gün, üç hafta ve sonra tam bir ay sonra gücümün tüm vücudumda dolaştığını hissedebiliyordum. Benden bir parçaydı, birdik. Tahtın yeri gücüme tarif edilemez bir şekilde bağlıydı ve bu garip hissettiriyordu ama zamanla buna alışmıştım.

Cemiyette tahtın yerini söylediğimden –hissettiğim bağdan bahsederek bulduk- beri bir karmaşa hâkimdi. Planlar yapılmıştı ve olası bir savaşa hazır olmak için müttefikler ile görüşülüyordu.

Taht tam olarak iki dünyanın merkezinde, sınırındaydı.

Alamea ile oldukça acılı olsa da biraz dövüşmeyi öğrenmiştim. Vanya'nın iyileştirme yeteneğinin –güç yerine böyle söylemeyi tercih ediyor- tekniğini anlatarak bana gücüm için yardım etti. Nadiren de olsa Lucian, yalnız olduğumda yanıma gelip bana yardım etti. Bazen onun Alamea ile antrenman yaparken beni izlediğini görüyordum.

Bugün olduğu gibi. Sabah öğlene kadar Vanya ve ekibiyle vakit geçirdikten sonra bütün öğleden sonrasını Alamea ile antrenman yaparak geçirmiştik. Bu kadının Cemiyetteki herkesten daha iyi olduğunu düşünüyordum.

Cemiyetin kütüphanenin yeraltı sığınağından başka bir yer daha vardı. Frost'un limanına iki saatlik uzaklıktaki bir ada. Adada da bir şato. Eski ve terkedilmiş bu şatoyu, Cemiyet dekore edip düzenlemiş. Şato, dünyalar yeni ayrılmaya başladığında çıkan savaştan sonra ziyaret edilmemişti.

Çünkü kraliyet ailesi o savaşta neredeyse yok olmuştu. Kral ve kraliçenin ölümünün ardından yerine geçen veliaht prensinin cenazeden sonra bir daha hiç şatodan çıktığı görülmemişti. Tahtı hala besliyor ve Elysum'u huzur içinde adilce yönetiyordu. Görülmeden, gizlice. Ve kız kardeşi ise unutulmuştu ama tarihçilerin çoğu seçilmişlerin soyunun prensesten geldiğini düşünüyordu. Sadece kraliyet ailesinin tahtı besleyecek gücü vardı.

Tarih kitapları sıkıcı olabilirdi ama en yararlı olanlarıydı.

"Seni bu kadar düşündüren nedir?"

Lucian'ın tanıdık soğuk sesiyle ona döndüm. "Hiçbir şey." Omuz silktim ve sonra aklıma gelen sorumu dillendirdim. "Buraya ilk geldiğimde, tanıştığım ilk kişi Asher değildi. Başkaları vardı. Seçilmişlerin gerçekten de gözetmenleri oluyor mu?"

Merakla ona baktım. Damon'ın –Emily ve Edmund dâhil- iyi biri olduğundan emindim. Özellikle bu yabancı dünyada hiçbir şey bilmiyorken.

Başını olumlu anlamda salladı. "Evet, ama uzun zamandır bir seçilmiş olmadığı için bir gözetmen yok. Fakat senin gelişinle birisi seçilmiş olabilir. Sorun değil. Seçilen gözetmenler, seçilmişler kadar özeldir. Ağızlarını kapalı tutarlar." dedi ve omuz silkti.

Önümde uzanan denize ve onun ardından görünen şehre baktım. Yıldızlar burada Damon'ın evini arka bahçesine kıyasla daha çok görülüyordu. Ay neredeyse tam tepeye uzaklaşacaktı. Şatonun gözetleme kulesinin birinin tepesinde Lucain ile yan yana oturuyorduk. Aramızdaki sessizlik rahatsız etmeye başladığında onu daha iyi tanımaya karar verdim.

-_ÖKY_-Where stories live. Discover now