Çok gürültülü değildi mekân. Doğa sesleri vardı genellikle. Kuşların cıvıltısı ve suyun sesi... Dinlendirici bir ortamdı. Uzun zamandır beni böyle rahatlatacak gezilere çıkmıyordum. Buraya gelmek çok iyi bir fikirdi gerçekten. Birden Ozan dikkatimi çekmek için boğazını temizleyince ona doğru çevirdim bakışlarımı. Sıcacık kahverengi gözleri açacağı konu hakkında tereddütteydi.

"Mezuniyet yaklaşıyor," diye başladı. Daha yoldayken düşünmüştüm bunu. Demek ki onun da aklını kurcalıyordu. "Baloda ne renk giyeceksin? Elbisene baktın mı?" Sorusuyla kaşlarımı kaldırdım. Beklediğimden farklı bir yöndü bu.

"Sanırım açık sarıydı. Denemedim ama fotoğrafını atmıştı Mehir. Sen ne giyeceksin?" Kollarımı masaya koyup ona biraz yaklaştım.

"Parlak gümüş takım elbise ve sivri burun kundura." Onu ciddiyetle söylediği kıyafetler içinde hayal edince gülmeden edemedim. "Hayır, hayır. Çok farklı bir renk düşündüm. Tahmin et."

"Yoksa beni gölgelemek için sen de açık sarı mı giyeceksin?" Cevabıma güldü o da.

"Siyah düşünmüştüm ama ikiz gibi olmak istersen açık sarı takım bakayım?"

"Açık sarı takım yoktur ki," dedim şakasına kıskanır gibi bakarak. Uzanıp yanağımı sıktı gülümseyerek.

"Mezuniyet töreni için bizimkiler gelecek İstanbul'dan," dedi konuyu biraz değiştirerek. "Eğer rahatsız olmazsan sizi tanıştırmak istiyorum." Aileyle tanışacak kadar ilerlemiş olmamız bana çok inanılmaz gelmişti birden. İlk defa sevgilimin ailesiyle tanışacaktım. Benim için büyük bir olaydı acaba onun için de önemli bir adım mıydı?

"Rahatsız olmam," diye mırıldandım.

Onu veya ailesini tanıştıracak bir ebeveynimin olmaması garip hissettirmişti. Klasik bir tanışma olamayacaktı ne yazık ki. Tanışabilecekleri tek akrabam Anıl'dı. Onu da çocuk olduğu için ne kadar ciddiye alırlardı bilmiyordum. Annesinin kontrolcü olduğundan bahsetmişti. Babası hakkında çok bir bilgim olmasa da annesinin bana ısınamayacağı düşüncesi beni endişelendiriyordu. Onu ailesiyle benim aramda zor durumda bırakmak hiç istemiyordum çünkü. Aileyle çatışma halinde olmak doğamda yoktu. Buna neden olmak ise üzücü bir durum olurdu.

"İstanbul'da yüksek lisans düşünür müsün?" diye sorduğunda hiç böyle bir seçeneği aklıma getirmediğimi fark ettim.

Tam ona bir cevap bulmaya çalışırken kurtarıcım olarak garson geldi. Kahvaltılıklarımızı masaya teker teker yerleştirdi. Bir başka garson da çaylarımızı getirdi. İkisi de afiyet olsun deyip gittiler. Masada menemeninden sucuğuna, bal kaymağından peynir zeytinine her şey vardı gerçekten. Ayrı olarak isteyebileceğimiz hiçbir şey yoktu. Hepsini yiyebileceğimizden emin bile olamamıştım bir an.

Bir tane patates kızartması bana uzattığında itiraz etmeden uzanıp yedim. Böylece sorduğu soru da bir süreliğine unutulmuş oldu.

"En sevdiğin kahvaltılık ne?" Sorusunu biraz düşünmem gerekti. Elimdeki çatalımdaki sucukla durup düşündüm. Annemle en çok ne yemeyi severdim diye aklımdan geçirdim. Ama yoktu. Favorim olabilecek bir kahvaltılık gelmiyordu aklıma.

"En sevdiğim yok ama sosis çok sevmem," dedim omuz silkerek. "Yani aslında yemesi güzel oluyor ama sonrasında ağızda bıraktığı tat beni rahatsız ediyor. Senin en sevdiğin kahvaltılık ne?"

"Kaşarlı sigara böreği," dedi masadaki sigara böreğinden bir tane alıp ısırarak. "Ama sadece kahvaltıda yemeyi çok seviyorum. Normal zamanda çok aramam." Gündelik konuşmalarımızın hoşuma gittiğini belli ederek gülümsedim.

Bahar RüzgârıWhere stories live. Discover now