-2-

33 5 2
                                    

Çarşamba sabahı kahvaltımı biraz havuç ve yumurtayla geçiştirdikten sonra bahçeye çıktım.

Güzel bir bahar sabahıydı. Havanın tadını çıkarırcasına minik adımlarla posta kutusuna ilerledim. Muhtemelen içinden yüzlerce taziye mektubu çıkacaktı.

Tahmin ettiğim gibi posta kutusunun kapağını açtığımda üstte kalan birkaç tanesi yere düşerken zar zor tuttum. Çok zengin olmasak da, buralarda belli bir saygınlığımız vardı ve tüm bu mektuplar da onun kanıtıydı. Ayrıca Cheryl şifacı olduğundan, insanlar kendilerini iyileştiren kişiye borçlu olduklarını düşünüyor olmalıydılar.

Mektupların hepsini topladım ve içeri götürmek üzere koltuğumun altına sıkıştırdım. Ama aradığım şey farklıydı. Fark ettirmeden posta kutusunun altındaki demire sıkıştırılmış kağıdı el yordamıyla buldum ve hiçbir şey olmamış gibi adımlarımı eve doğrulttum.

Her Çarşamba sabahı bunu yapardım. Posta kutusunun altına sıkıştırılmış kağıdı alır, nerede buluşacağımızı öğrenirdim. Bence bu zekiceydi. Herkes posta kutusuna bakardı. Altına bakmak kimsenin aklına gelmezdi.

İçeri girdiğimde kimsenin olmadığına emin oldum ve buruşturulmuş kağıdı açtım. Zaten herkes uyuyordu, ama yine de ev halkından biri bile olsa yakalanma riskini göze alamazdım.

" Saat İki, Swerfield Çayırları kuzeyindeki kayalıklar."

Bu yeri bilip bilmediğimi hatırlamak üzere gözlerimi birkaç saniyeliğine kapadım. Swerfield buraya geldiğimden beri bana korkunç gelmişti, bu yüzden iyi bir buluşma yeri olduğunu düşünmüyordum. Sapsarı bir düzlük üzerinde tek tük diken ve kurumuş otlar vardı. Ayrıca kayalıkların da akrep kaynadığından emindim.

Bir cebim olmadığından kağıdı sutyenimin içine koydum ve hiçbir şey olmamış gibi yaşantıma devam etmeye başladım.

Saat iki, Swerfield. Usulca fısıldayarak tekrar ettim.

∽∽∽

"Biz acıktık." diyen iki cırtlak sesi duyunca dikkatimi kitaptan ayırıp ikizlere verdim.

"Mary size hemen bir şeyler hazırlasın. Ne istersiniz?"

"Hayır. Bize soslu sandviç yap." dedi Jayden.

"Seninki çok güzel oluyor. Mary güzel yapamıyor." diye ekledi James.

Açıkçası soslu sandviç yapmaktan bıkmıştım, neredeyse günde iki kez yapıyordum, ama bu bir çift sömürgeci imparatorluk sulu gözlerle ve şirin yanaklarla bana istediklerini yaptırıyordu her zaman.

Mutfağa puflayarak ilerledim ve sandviçleri hazırlayıp ellerine verdim.

"Kek de yaparsın, değil mi Azrael?" Jayden konuşurken minik ağzından yiyecekler saçıyordu. Normalde mide bulandırıcı bir manzara olsa da bu sevimli iki yavru kaniş görünümlü yaratıklarda şirin gibi görünüyordu.

Ya da ben alışmıştım.

"Üzgünüm Jayden, bu hafta annenize bakmakla meşgulüm. Mary size yapar."

"Olsun, sen yine de dünyanın en iyi ablasısın."

Bacağıma mengene gibi yapışan James'e baktım ve gülümsedim. Jayden her zamanki gibi somurtup kollarını göğsünde çaprazlamıştı.

Henüz dört yaşındaki çocuklara 'Ben sizin gerçek ablanız değilim.' diyemeyeceğim için James'in yanağına bir öpücük kondurdum ve bana kızgın olan Jayden'ın da saçlarını karıştırıp koltuğuma doğru ilerledim.

Kendimi koltuğa atıp gömüldüm ve bıraktığım kitabı tekrar elime aldım. Bugün onu geri vermem gerekiyordu, bu yüzden okuyabildiğim kadar okumalıydım.

Abelia (Finalsiz bırakıldı)Where stories live. Discover now