"Kes lan... Kalk gidiyürüz."

Amcaoğlunun yemeğini bitirmesini beklemeden kalkıp yazar kasanın üzerine iki banknot fırlattı ve müdavimi oldukları ustaya eliyle selam verdi, kollarını kartal kanadı gibi azametle açıp hızlı fakat telaşsız adımlarla yürüdü.

Yeni yetme sayılmazdı. Yeni yetmelik zamanlarını ardında bırakalı yıllar olmuştu, kaşarlanma evresindeki kabadayılara has usturuplu kendine güvenini, usta bir terzi elinde tam gövdesine göre dikilmiş bir ceket edasıyla taşıyordu.

On bir yıl önce köyünden kasabaya, altı yıl önce kasabadan ıslahevine, beş yıl önce ıslahevinden Rusya'ya, üç yıl önce Rusya'dan yeniden doğduğu kasabaya, iki yıl önce kasabasından sınır karakollarından birinde askere, askerden dönüşte bir yıl yeniden cezaevine dönmüş, giderken ve dönerken nice felek çemberleriyle yetinmeyip bilimum geometrik dönemeçleri olan yolların içinden geçmişti. Keskin virajların cevval şoförü, acıların çocuğu Emrah gibi büyük, derin, trajik aile travmalarını kendine lisans edinmemişti. Anasının karnından ters çıkmış, çıktığı gün yağmur gibi bela yağdırmış, çocukluğunda sırf meraktan ahır bombalamış, ergenlikte can sıkıntısından adam boğazlamış, yetişkinlikte ise canavarlık doktorasına başlamak için üstün başarı bursu kazanmış nitelikli, özgün, janti bir psikopattı.

Ne aç açıkta büyümüş, ne sokaklarda dilenmiş, ne anasının ırzına geçilmiş, ne gözleri önünde babası veya ağabeyi katledilmişti. Onun gibi olmak için psikanalistlerin tabiriyle çocukluk anılarına merdiven uzatıp tetikleyici travmalardan oluşan bir define gerekmediğine dair istisnai bir ispattı. Böylesi bir manyak, sırf öyle doğduğu için suç işlemiş, işledikçe işleyesi, dövüldükçe dayak atası, hapsoldukça gasp yapası, kovalandıkça kafa tutası içgüdüleriyle vuku bulmuştu, gaipten peyda olmuş bir kasırgaydı. Onun mevsimleri takvimlere hiç geçmemişti çünkü ansızdı, ayarsızdı. Tarifindeki ince oranları sadece sahibinin çok mühim kasasında on yıllarca korunan Coca Cola gibi kendi şahsına özeldi.

Çukurova sıcağı altında kavrulmuş taş kaldırımlarla bezeli dar sokaklardan evine, iki günlük uykusuzluğunu gidermeye yürürken sokağın başından duyulan siren sesiyle Serkan, keklik gibi sekerek haykırdı.

"Kaç laan zarbolar kaaaaç!"

Oysa ağır ağır durdu, ellerini iki yanında açarak havaya kaldırdı ve döndü. Kuzeni kerpiç evlerin bahçe duvarlarından aşarak anında toz olurken o sakin sakin bekledi. Polis aracı yanaştı, temkinli hareket eden gündüz devriyesi memurlarından biri seslendi:

"Arca Giray Kızılkan?"

"Tanımiyürüm." Diye gevşek gevşek sırıtarak yanıtladı.

Kendisine adıyla, ikinci adıyla ve soyadıyla seslenen yeni atanmış memuru işletmek, o sabahki neşesine renk, şekil, biçim açısından tatlılıklar katacaktı. Ciğer şişten sonra sabahın en güzel yanı acemi bir polis memurunun karşısında salak taklidi yapmaktı.

Çukurova'nın bağrına bir sabah çiyi gibi düşmüş polis memurunun bahtında ise oldukça yerel bir manyakla tanış olmak vardı.

Aranan zanlıya adıyla seslenen yeni memura daha tecrübeli olan arkadaşı aradıkları kişinin o olduğunu omzunun arkasından fısıldadı. İlçede yeni olan memur, yasal silahını doğrultarak aracından indi.

"Sen misin lan?"

"Kim miyim gurban olduğum?"

Kozan yeraltında epeyce ünlü delikanlının aptal sırıtışı ve daha da aval aval bakışlarından işkillenen polisler birbirine bakıştı.
"Kafası güzel galiba. Paketleyelim merkezde ilgilensinler bu hayvanla."

HARBİOù les histoires vivent. Découvrez maintenant