3

11 3 0
                                    

"Ne bileyim, ben böyle her şeyi düşününce her şey de beni düşünür sandım."

Namık Kemal

O öylece çekip gitti ama ben gidemedim. Kaldırımda durup öylece ardından baktım.

Kimsenin tribini çekmek zorunda değildim ama her seferinde trip yiyen ben oluyordum. Her defasında alttan alması gereken aptal ben oluyordum. Her defasında birilerinin nazını çeken ben oluyordum. Salak gibi birileri kırılmasın diye kendimi bu duruma düşürüyordum.

Kabul ediyorum, çoğu şeyin sorumlusu bendim. Kabul ediyorum, doğrudan veya dolayı yoldan birçok kişinin hayatında bir enkaza yol açtım ve evet, bazen ileri gidebiliyordum, sorunlarımla insanları bıktırabiliyordum, patavatsızca konuşabiliyordum ama bunlar hep kendimi kontrol edemediğim için oluyordu. Gerçekten de birilerinin canını yakmak için yapmıyordum. Bir anda oluyordu ve olduktan sonra her şey boka sarıyordu.

"Azra Hanım," dedi Umut. Ona döndüm.

"Ne oldu?" dedim bıkkın bir şekilde nefes verirken.

"Bunlar arabada kalmış."

Elindeki pakete baktım. "Ne bunlar?"

"Pasta ve poğaça. Kadir abi sizin için almamı istemişti."

"Teşekkürler," dedim elindekileri alırken. Başını rica ettiğini söyler gibi eğdi. Belki de rica etmemişti. O da görevi olduğu için yapmıştı. Ve belki de yine ben her şeyi işime geldiği gibi anlıyorumdur. Şimdi olduğu gibi.

Giriş kapısından girdiğimde arkamdan geliyordu. Kapıya geldiğimde de arkamda duruyordu. "Nasıl bir hayatın var?" diye sordum. Ne alakaysa.

"Korumayım," dedi sohbet etmekten çekinir gibi. Belki de çekinmiyordu. Düz düşündüğü için dalga geçer gibi cevap veriyordu. Başka bir yeriyle dinleyip başka bir yeriyle anlıyor da olabilirdi. Hatta başka bir yeriyle konuşuyor da olabilirdi. Sonuç itibariyle saçma sapan cevaplar veriyordu.

"Sağ ol, çok açıklayıcı oldu. Neyse gidebilirsin." Kapıyı açtım. İçeri girdiğimden emin olduktan sonra gitti.

Pastayı buzdolabına koydum. Diğerlerini de mutfak masasına bıraktım. Birden Derya'nın odasının kapısı açıldı. Mutfağa geldi. İfadesiz bir şekilde baktı bana. Ağlamıştı. Gözleri şişmiş hatta kıpkırmızı olmuştu. Hâlâ ağlıyordu. Tereddüt eder gibi birkaç adım attı bana doğru. Boynuma atladığında düşeceğimizi sandım. Kıvır kıvır saçlarını yüzümden çektim. Çenesi boynuma değiyordu. Gözyaşları da oradan sızıyordu. Bir iki dakika ağlamasını dinledikten sonra ellerim istemsizce sırtına gitti. "Ne oldu? Niye ağlıyorsun?" diye sordum olabildiğince sakin bir şekilde. Benim de gözlerimden yaşlar aktı. Sorum karşısında daha çok ağladı. Kollarını boynumdan çekmiyordu. Biraz daha böyle durduktan sonra kollarını boynumdan ayırıp öfkeyle baktı bana.

"Telefonunu yanına almamışsın." Arabada unutmuştum. "Bir şey oldu sandım. Bilerek almadın sandım. Kendine bir şey yapmak için uzaklaştın sandım." Kendime zarar verecek kadar cesur olduğumu sanmıyorum. "Kadir abi o şirkete gittiğini söyledi ama uyuya kaldığımda bir rüya gördüm. Gidiyordun, ölüme gidiyordun. Kurtaramıyordum seni. 'Üzülme, ben de kurtaramamıştım. O yüzden ölmeyi hak ediyorum,' dedin." Benimkisi kurtaramamak değil, ölünün de dirinin de katili olmaktı. "Öldün. Hiç olmamışsın gibi öldün. Kurtaramadım seni," dediğinde yeniden hıçkırıklara boğuldu.

"Gitmedim bir yere, bak buradayım." Kendimi sorumlu tutacağım bir şey daha bulmuştum.

"Kendini suçlamıyorsun değil mi?" derken sesi titriyordu.

Yaramızda Saklı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin