''Yanlış bir şey mi söyledim?'' Bu sefer gözleri bana değmemişti. Kestiği domateslere bakıyordu. Yumurtaları kırarken yan gözle ona baktım. Ne demek istediğini anlamamıştım.

''Hayır.'' Kaşları hafifçe çatıldı ve bıçak tahtanın üstünde tok sesler çıkartmaya başladı.

''O zaman neden benden kaçtın?'' Şimdi anlamıştım. Buna takılacağını düşünmemiştim. Şimdi ona kaçmadım, heyecanlandım desem, yanlış anlayacaktı. Kaçtım desem, fena kırılacakmış gibi duruyordu. Şu an bile omuzları düşmüş, alınmış gibiydi.

Bir süre ne diyeceğimi düşündüm. Bir kaç dakika sonra aklıma gelen şeyle gülümsedim. Tavanın altını kısıp belimi tezgaha yasladım.

''Henüz kaçmış sayılmam, unuttun mu aynı sınırlar içerisindeyiz.'' Eli havada kalırken yavaşça başını bana çevirdi. Gülümseyen yüzüme baktığında oldukça şaşkındı. Sarı gözleri kıvrılan dudaklarıma düştüğünde daha çok parladı.

Tamamen bana dönmüştü ki içeriden gelen çığlık sesi ile ikimizde irkildik. Aklıma düşen Rana ile hızla koridora fırladığımda Hiyam kolumdan tutarak beni durdu.

''Ne yapıyorsun? Bırak!'' Hiyam, omuzlarımdan tutarak beni ters çevirdi ve tekrar ilerletmeye başladı.

''Rana'nın sesini duydum. Bir şey olmuş olmalı! Odaya gireceğim.'' Tüm çabama rağmen beni mutfağa sokmuş ve sandalyeye oturtturmuştu.

''Rana Hanım eminim ki çok iyidir.'' Gözlerim irice açılmış hala içeriden gelen tıkırtıları dinliyordum.

''İyi mi? Çığlık attı!'' Tekrar ayaklandığımda beni tutma çabasını eğilerek kolunun altından geçerek bertaraf ettim. Fakat üç adım ancak atabilmiştim ki belimden kavrayarak ayaklarımı yerden kesti. Sırtım göğsüne yaslanmış, kolları belimi çepe çevre sarmıştı.

''Bırak beni!'' Bedenimi tezgahın önüne bırakıp kendisi arkamda kalmaya devam etti.

''Birazdan buraya gelirler. Efendi Rheyold, asla eşine zarar vermez. Biz kahvaltı hazırlamaya devam edelim.'' Sıcak nefesi saçlarımdan ense köküme kadar okşuyordu. Sert göğsü sırtıma belli belirsiz baskı uygularken nefeslerim boğuşmaktan değil, bu temastan dolayı kesiliyordu.

Başımı sallayıp kenara kaymaya çalıştım. Beni zorlamadan bıraktı. Aklım Rana'da kalsa da tekrar yanına gitmek için çabalamadım. Zaten sesler de kesilmişti. Ayrıca onlar eşti, içeriye o şekilde dalmam uygun olmazdı. Tabi bunlar şimdi aklıma geliyordu. O anki panikle bunu düşünmemiştim.

"Endişelenme, bizler eşlerimize zarar vermeyiz." Sol tarafım bakışları altında karıncalansa da ona dönemdim. Halbu ki parlayan sarı gözleri her geçen saniye daha çok dikkatimi çekiyor ve bakma isteği uyandırıyordu.

"Ama eşlerinizi acımasızca alıyor ve ailelerinden koparıyorsunuz. Bu zarar vermek sayılmıyor mu? Yoksa zarar vermeyi sadece fiziksel bir temas olarak mı düşünüyorsun?" Sosu karıştırmayı bırakarak ona döndüm. Sözlerimin küstahça olduğunu biliyordum. Ama kendilerini bu kadar masum göstermelerini anlayamıyordum. Belki onu sinirlendirirsem gerçek yüzü ortaya çıkardı.

Sözlerim birer birer ona saplandığında ağır bir şekilde kafasını ters tarafa çevirdi. Bir süre durdu ve ben de onu izledim. İlk çenesi kasıldı, sonra koyu sarı kirpikleri gözlerini örttü. Saatler geçmiş gibiydi oysaki hiçbir şey olmamış gibi bana döndüğünde sadece on saniye geçmişti.

"Aileni seviyor musun?" Dedi çok alakasız bir şekilde.

"Elbette seviyorum." Dedim direkt.

"Peki birini çok sevsen, onun için ailenden uzağa gitmez miydin? Kendi aileni kurmak için bu fedekarlığı yapmaz mıydın?" Şimdi duraksama sırası bendeydi. Gözlerim tezgaha düşerken, derinlerde bir yer sızlamıştı. Çok küçüktü ama acısı tüm bedenime yayılmıştı. Boğazıma bir yumru oturmuştu.

KaçışWhere stories live. Discover now