14. Bölüm 🍀

Începe de la început
                                    

"Haddini aşma Ceyda," dedi Umut uyaran bir ses tonuyla.

"Özür diledik işte. Derdin ne? Elbise mi? Parasını vereyim de çeneni kapa." Mehir bir adım öne çıktı sabrı taşmak üzereyken.

"Bütün okula rezil ettin sen beni! Bir de Mert'le orospu gibi dans edişlerin yüzünden senin adına utanmak zorunda kaldım tabii. Herkes böyle bir kaşarın partiye nasıl girdiğini sorup durdu bana." Ceyda o kadar ağır laflar ediyordu ki cevap vermek için bir hamle bile yapamıyordum. Çünkü gerçekten ne cevap verebileceğimi bilmiyordum.

"O zaman partinin baş orospusuna böyle sorular sorarak hata etmişler. Kıskançlığın yüzünden bana boşuna bok atma kızım." Mehir'in sinsice gülümsemesi Ceyda'nın tokadıyla silinince nefesimi tuttum ve savrulan koyu sarı saçlar önümden geçtiğinde gözlerimi sıkıca yumdum. Anne?

"Mehir?" dedi Umut annemle dolu olan hatıralarımı geri göndererek. Gözlerimi açtım ve kulaklarım uğuldarken yıllardan sonra ilk defa saf öfkeyle dolu olan bir güçle Ceyda'yı göğsünden itleyip yere düşürdüm.

"Uzak dur bizden," diye bağırdım. Ceyda'nın şaşkın suratı bir an babama dönüşünce bir adım geriledim. Korumak istediklerimi de alıp buradan uzaklaşacaktım böylece kimse zarar görmeyecekti artık. Bu yüzden soluma baktığımda Mehir'in çoktan gittiğini fark ettim. Soran gözlerle Umut'a baktığımda elimden tutup beni arkasına aldı.

"Buradaki herkes senin ne boklar yediğini biliyor Ceyda. Gelip de egon yüzünden masumlara iftira atacağına kendi berbat hayatına bir bak. Midemizi bulandırıyorsun. Ayrıca bir daha bize yaklaşırsan çok kötü olur. Daha benim öfkemle karşılaşmadın, karşılaşmanı da hiç tavsiye etmem." Umut söyleyeceklerini bitirdikten sonra büyük bir asaletle kalabalığı yararak beni de peşinden sürükledi.

Sessizlik içinde yemekhaneye girdik ve günün yemeklerinden alıp kendimize köşede bir masa bulduk. Umut bir süre telefonuyla uğraştıktan sonra yemeğine başladı hiçbir şey olmamış gibi. Mehir nereye gitmişti veya neden peşinden gitmemiştik gerçekten bilmiyordum. Ancak pişmandım gene. Gözümün önünde gene sevdiklerimin yaralanmasına izin vermiştim. Bir şeyler yapamamıştım, durduramamıştım o tokadın gelişini. Suçu üstlenmekten alıkoyamıyordum kendimi. Güçlü değildim belki de. Eskiden olduğu gibi göz yumuyordum bütün kötülüklere. Susarak suç işliyordum ben de. Suçu işleyenden daha fazla günahım oluyordu. Kötü birisiydim. Kendim de dâhil koruyamıyordum kimseyi. Önce annem, sonra Mehir...

"Kendini suçlamayı bırak da insan gibi yemeğini ye," dedi Umut düşüncelerimi dağıtarak. Ekmeğinden bir parça kopararak çorbasından bir kaşık aldı.

"Mehir?" dedim titreyen sesimle.

"Mehir peşinden gitmememizi istedi ve eve gitti. Hümeyra'ya mesaj attım ben de yemek yedirsin diye. Sen de yemeğini ye şimdi." Umut benim yemek için bir adım atmadığımı görünce konuşmaya devam etti. "Az önce olanları annenin son anına benzettiğini biliyorum. Ama öyle değildi Lina. O tokadı engelleyemezdin. Suç sende değil. Hiçbir zaman olmadı." Uzanıp elimi tuttuğunda başımla onayladım onu. "Yaşadığımız kötü şeyleri de hayra yormamızı söylersin hep. Kendi söylediklerini unutma. Kötü bir insan çıktı hayatımızdan bugün. Mehir atlatır o tokadı. Atlatırız birlikte. Nelere karşı ayakta duruyorsunuz siz, bunda mı yıkılacaksınız?" diyerek anlayışlı bir ifadeyle gülümsedi.

"Yıkılmamıza izin vermezsin sen. Değil mi babacığım?" Gülümsemesine karşılık verdim rahatlayarak.

"Vermem. Hadi ne olur ye yemeğini. Üzme beni." Daha fazla ona karşı gelmeden sözünü tuttum ve adrenalin yüzünden unuttuğum açlığımı hatırlayarak yemeğimi yemeğe başladım.

Yemekten sonra midemize yemekler oturup da bizi rahatsız etmesin diye yerimizden kalkmadan biraz dinlendik. Çok fazla şey konuşmamıştık dinlenirken. Konuşacak bir şey yoktu. Olan olmuştu çoktan. Fakat onun için de endişelenmeme engel olamıyordum. Ceyda tüm okulu peşine takamazdı ancak sınıftakileri Umut'a karşı doldurabilirdi. Umut'un dışlanmasını ve bu yüzden de üzülmesini istemiyordum. Her ne kadar bir baba gibi sert durmaya çalışsa da onun da içten içe bazı şeylere üzüldüğünün farkındaydım. Beş sene önce buraya daha fazla üzülmemek için gelmişti. Şimdi en ufak şeye bile canı sıkılınca anaç yanım iyice ortaya çıkıyordu.

Sevdiğiniz kişileri her zaman koruyamıyordunuz ne yazık ki. Onları bazen sırf korumak için cam bir fanusa kapatmak isteyecek kadar çok sevseniz de engelleyemiyordunuz bazı şeyleri. Onların mutsuz olmasındansa bütün hayatınızı karanlıkta geçirmeyi bile tercih ederdiniz. Kendi canınızdan bile çok sevdiğiniz için koruma içgüdüsüyle dolup bunu eyleme döktüğünüzde ise ters giderdi işler. Gerçekten her şeyi akışına bırakmak en iyisiydi. Çok sevmenin sağlığa zararlı olduğunu düşünürdüm genellikle. Güzel sevmek önemli olandı. Güzel sevmek ve gerisini hayatın o gürül gürül akan zaman suyuna bırakmak.

Bu yüzden ikimiz de derslerimize gitmek için yollarımızı ayırdığımızda onun bana ayrılmadan önce söylediği sözü tutarak Mehir'i darlamayacaktım bugün hakkında. Ayrıca onu da Ceyda ve yapabilecekleri hakkında darlamayacaktım. Bunu o söylememişti fakat anaç yanımı bastırmam gerekiyordu işlerin ters gitmemesi için.

Fısıldaşmaların olduğunu fark edebiliyordum. Öğlenki olay çok çabuk yayılmıştı kalabalık bir ortamda gerçekleştiği için. Mehir'in eve gitmiş olması ise bir nimetti kesinlikle. Ben bu fısıldaşmalara çocukluğumdan beri maruz kalıyordum ve açıkçası bu duruma karşı kalın bir duvarım oluşmuştu çoktan. O yüzden şimdi fakültede yapılan dedikodular beni direkt etkilemiyordu. Mehir'i gördüklerinde devam edeceklerini bildiğim için ve bu sebeple Mehir'in sinirleneceğini ya da üzüleceğini düşündüğüm için dolaylı yoldan etkileyecekti ancak bu da şimdi endişelenilmesi gereken bir konu değildi.

Okul sonrasında her zamanki rutinimle Kavaklıdere'ye döndüm ve Anıl'ı Necla teyzeden aldım. Anıl yemek yediği için o günkü ödevlerini yapmaya koyulduğunda ben de acıkarak mutfağa yöneldim ev kıyafetlerimi giydikten sonra.

Necla teyzeye de köfte verdiğim halde birkaç tane köfte artmıştı mangaldan. Herkes kusacak kadar yediği için de kimse götürmek istememişti. Bu yüzden onları bir tavada ısıtmaya karar verdim. Yanına ise lor peynirli bir salata yapmaya koyulmuşken Anıl girdi mutfağa.

"Abla?" dediğinde benden bir izin isteyeceğini anlayarak baktım ona. "Öğretmenimiz bizi Kapadokya'ya götürecekmiş. Bu izin kâğıdını imzalaman gerekiyor."

"Ne zaman?" Ellerimi kâğıt havluya sildikten sonra bana uzattığı izin kâğıdını aldım elime. Kâğıdın üstündekini okuduğumda 2 Mayıs gecesi yola çıkacaklarını, 3 Mayıs'ta orada konaklayacaklarını ve 4 Mayıs gecesi ise döneceklerini öğrendim. 3 Mayıs annemin ölüm yıl dönümüydü. Anıl da bunu bildiği için pek emin gözükmüyordu gitme konusunda. "Kalem getir imzalayayım. Parasını da koyarım çantana," dedim fazla düşünmeden.

"Gerçekten mi?" diye sordu yüzü aydınlanarak. Biraz daha kalemi getirmezse vazgeçeceğimi anlayacağı bir bakışla baktım ona. O da koşarak kalemi getirdi ve kâğıdı imzaladım hemen. "Sağ ol abla! Bir tanesin!"

"Evet, çok duyuyorum bunu." Gülerek onu mutfaktan çıkardıktan sonra ısıttığım köfteleri bir tabağa koydum.

Geçen sene de annemin mezarını ziyaret edememiştim. Anıl oraya gitmekten korkuyordu çünkü. Nedenini anlayamıyordum hâlâ. Çünkü bir ölü size zarar veremezdi. Annemin canlısı da bize zarar vermemişti hiç. Ancak onu hiçbir şeye zorlamıyordum asla. Annemi zar zor hatırlayabiliyordu. Bir de onun yokluğunu böyle yüzüne vurmak istemiyordum. Annemin mezarı gerçekten uzak bir mesafede olduğu için ölüm yıl dönümlerinde sadece dualarımı gönderebiliyordum ona. En son teyzemin vefatından hemen önce gitmiştik teyzemle birlikte. Bu sene Anıl gezide olacağı için rahatça gidebilirdim. Artık mesafe de benim gözümü korkutmuyordu. Bir taksi tutabilirdim hatta araba bile kiralayabilirdim. Bu sene annemin ruhunun bana getireceği iyi enerjiye ihtiyacım vardı. Ve ona anlatacak çok şey birikmişti. 

Bahar RüzgârıUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum