20- BOZKURTLARIN YAŞANTISI

15.1K 1.7K 667
                                    

Allah beni bir beladan alıp, ötekine şak diye bırakırken yanımda her zaman Ömer oluyordu. Aslında belanın kendisi de tamamen o ya da onun türevleriydi.

Otuz yıllık yaşamımda bir ülkücüyle sevgili olmayı geç, arkadaş olmayı bile düşünmezken şimdi ülkücüler ile dolu bir evde, ülkücünün solcu sevgilisi olarak iç güvey yaşantısı sürüyordum.

Bir hafta olmuştu içeriden çıkalı, ikimizin de evsiz kaldığını biliyordum elimizde ne var ne yok gitmişti neredeyse. Ömer'in bana bıraktığı evi o öldüğünde satmış, onun sevabına bir yetiştirme yurduna vermiştim tüm parayı. Paranın gittiği yerden elbette ki pişman değildim, tek pişmanlığım bu hayvanı öldü sanıp onun adına sevap dağıtmamdı.

Allah'dan onun adına işlediğim tüm sevapları tekrardan bana yazmasını istemeye dilim bile varmıyordu. Zaten bu şerefsizin kötülüğü çoktu, şimdi eşitlenmiştik. Geri bozmaya gerek yoktu.

Evimiz olmadığı için Ömer'in ailesinin yanına gelmiştik kısa bir süreliğine, Ömer dışarıda kalacak bir insan değildi yeni bir ev bulması on dakikasını bile almazdı. Bunu bildiğim için eve geldiğimizin ikinci dakikası kenarda sıkıştırıp neden buraya yerleşmek istediğini öğrenmiştim.

Babası onun yaşadığını öğrendikten sonra her şeyi siktir edip oğlunu kurtmak için her yolu denemiş, bir erkekle beraber olduğunu bile kabullenmişti. Dediğine göre evlat acısını bir daha yaşamak istemiyormuş. Normalde babasının sadece komutanlığa geçerken torpil yapmasına izin vermiş.

Torpil olmasa da bu konuma geleceğine ben bile emindim, kendisi de söylüyordu zaten bunu. Sadece biraz daha erken olsun istemiş. Daha sonra ise babasının doğu bölgesinde görev yapmasını engellemesine izin vermemiş ve bir daha torpil işlerine bulaşmamış.

Şimdi ise babasının aklıyla oynamak istiyordu, gücü onu yeniden kışlaya sokacak cinstenmiş dediğine göre. Bu sefer eskisi gibi devletin komutanı olarak. Müebbet hapis cezasıyla yargılanan Ömer çıkmadan önce biri bunu söylese hassiktir lan derdim ama adamın bir gücü vardı belli ki.

Şimdi ise Ömer'in babasını ikna etmesi için bir süre onun yanında kalacaktık. Benim hiçbir şeyle ilgim yoktu, Ömer buradaydı diye mecburen gelmiştim. Belki ben olmasam babasını daha kolay ikna ederdi ama konu ben olunca gözü dönüyordu.

Ona sen git ben başka ev bulurum oraya gelmeyeyim desem de illa da geleceksin yanımdan ayrılamazsın demişti.

Normalde Ömer bu hallere düşmezdi ama vatan aşkı, komutanlık sevdası onu araba almaya babasını ikna etmeye çalışan çocuklara çevirmişti. Babasından başka çaresi yoktu, babası da bir daha onu kışlaya sokar mıydı emin değildim. Adam Ömer yüzünden kaç kere kalp krizi geçirmişti.

Orospu çocuğu Ömer'in kimseye faydası yoktu, ancak zarardı pezevenk.

"Oğlum biraz daha sarma koyayım mı, az yedin sen." annesi kendisi yemek yemeyip, bir yıldır öldüğünü düşündüğü komutan oğlunun önünde pervane olmuştu. Arada yüzüne bakıp dudaklarını ısırarak iç çekerek ağlıyordu, ağlamasını da başındaki tülbentin ucuyla kapatıyordu. Oğlunu çok sevdiği barizdi.

Onu ne kadar seviyorsa beni o kadar sevmiyordu, sarma çok güzel olmuştu ama bir tabak daha isteyemiyordum.

"Yok anne, eline sağlık." dedi Ömer geriye yaslanırken, o sırada benim tabağıma göz ucuyla baktı. "Erdal'a bir tabak daha doldurabilir misin anne."

Yanımda duran bedenin bacağına masanın altından elimin tersiyle vurdum, hiç istifini bozmadı. Rezil etmişti beni.

Çocuğu gibi sürekli beni besletiyordu.

Annesi kısaca suratıma baktı, sevgiden eser yoktu. Oğlu söylediği için mecburen kafasını salladı ve tabağımı önümden aldı.

"Gerek yoktu-" dedim ama doldurmaya başlamıştı bile.

"Annecim duyduysan kalk hadi." dedi Ömer'in ablası, çocuğuna. Çocuğu en son götü bezliyken hatırlıyordum, masada oturup yemek yemesi her defasında şaşırmama sebep oluyordu garipsiyordum.

"Doydum." dedi ve ufak boyuyla sandalyede sallanan ayaklarını yere koyup koşarak uzaklaşırken bağırdı. "Eline sağlık anneanne."

"Afiyet olsun kuzum."

Annesi tabağı önüme koyduğunda gülümsedim, bu kadar kibarlık bu kadına fazlaydı da işte arada Ömer vardı.

"Anne yarın halamlar Ömer'i görmeye gelecekmiş." dedi ablası çocuğunun yediklerini toplarken.

Tüm sülalesi şok olmuştu Ömer'in yaşadığına, hatta Ömer için çok üzülen bir dede varmış onun kulağı pek duymadığı için buraya Ömer'i görmeye geldiğini bilmeden, aile ziyareti yaptığını düşünerek gelmişti. Ömer'i görünce 'şehit bana göründü' diyerek ortalığı birbirine katmış, namaz kılmaya durmuştu.

"Gelsinler kızım." dedi annesi.

Zil çaldığında kimin geldiğini anlayınca istemsizce oturuşumu düzelttim, büyük ülkücü bey gelmişti.

"Dede...." Ömer'in yeğeni koşarak kapıyı açmaya gitti.

"Tabağını bitirmeden kalkma masadan." dedi Ömer bana doğru eğilip, babası geldiğinde ortalıkta görünmek istemediğimi biliyordu ve buna engel oluyordu.

Babasından çekinme sebebim, ülkücü olmasıydı. Sevdiğim adamın ülkücü babası.

Babası uzun boyuyla içeri girdi, kaşe montu ve karizmasıyla gelmişti. Aşırı ağır başlı namazında niyazında bir adamdı. İnsan karşısında istemsizce titriyordu zaten.

Ömer babasına saygısından oturuşunu düzeltti.

Büyük ülkücü bey torunun saçlarını gülümseyerek okşadı, ardından kaşe montunu çıkarırken gözleri masaya, bize takıldı. Gülümsemesi yerini ciddiliğe bıraktı.

"Hayırlı akşamlar, afiyet olsun."

Hep bir ağızdan sağol diye cevap verirken Ömer sadece mırıldandı, öğretmen geldiğinde ayağa kalkar gibi yapıp kıçını bir milim kaldırıp oturan pezevenklere benziyordu böyle yapınca.

Sarmamı yerken sıkıntı duymadım, babası benden ne kadar hoşlanmasa da buraya ilk geldiğimiz gün 'hanım, ne olursa olsun yetim o çocuk' dediğini duymuştum. Yediğimde içtiğimde gözü yoktu.

Babası elini yüzünü yıkayıp masaya geçtiğinde ben sarmayı bitirmiştim ama hemen kalkıp gitmek ayıp kaçar diye onlarla oturdum. Kızı babasının önüne yemekleri koyduğunda, yemeye başladı.

"Baba hâlâ ortaya çıkmadı mı Ömer'i kimi ihbar ettiği? Neden bilgi vermiyorlar?" dedi ablası merakla.

Ömer benim ihbar ettiğimi herkesten saklıyordu, zaten bu bilginin verilmesi yasaktı ama büyük ülkücü bey rahatlıkla bulabilirdi. Kiminle anlaştıysa o bile öğrenememişti.

"Yok kızım, haber alamadım." dedi babası sakince.

Yerimden rahatsızca kıpırdandım, Ömer rahat rahat oturuyordu.

"Valla kusura bakmayın, kim ihbar ettiyse Allah razı olsun." dedi annesi içinden geçenleri söylerken. Oğluna kavuştuğu için böyle diyordu, ihbar edilmeseydi kim bilir belki de yaşadığını hiç öğrenemeyecekti.

"Valla öyle..." dedi ablası da. Omuz silkti.

Acaba çıkıp 'ben ihbar ettim' mi deseydim? Baya seviyorlar çünkü ihbar eden kişiyi.

Ömer sıkıntılı bir nefes aldı, ihbar eden ben olmasam çoktan küfür etmeye başlayacaktı ama kendini tutuyordu. Askerliği bittiği için.

Büyük ülkücü bey sakince yemeğini yerken, ben de Bozkurt ailesinin bir gününü inceliyordum.

VEDA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin